Salataya ekmek banan minik eller ve büyüyen çocuklar :)

Ailede çocuklara ve yaşlılara en düşkün olanımız ablamdır. Hatta bir defasında “Çocuklar ve yaşlılar yemek yerken çok duygulanıyorum” demişti. Öyle hissediyor sahiden ve bunu her haliyle görüyoruz. Hatta bir defasında Yalova’da sahilde beraber yürürken o kadar çok insanın yanında durup hal hatır sordu ki; normalde gideceğimiz sürenin bir kaç katı harcadık ama o hala çok mutluydu. Konuştuğu kişiler de genelde “yaşlı” diyeceğimiz gruptandı. Bankada çalışırken tanışmış ama onları bırakmamış birisiydi ablam. Yıllar sonra bile çok eski bir müşterisi için tüm gün panikleyip, 50 yeri arayıp yaşlı kadının iyi olduğundan emin olduğunda rahatlamışlığı var. Sadece yaşlılar değil, onların kültürü, dili, sözleri, deyişleri, tekerlemeleri, hayatı da ablamın hep gündemindedir. Aynı şekilde çocuklar da kalbinde ayrı bir yer tutar. Aslında bu yazıya bunları söylemek için başlamadım ama bazen duygular birikince ve yazmak en rahatlatıcı yol olunca, elim klavyeye gittiğinde benden bağımsız kuruyor cümleleri. İşte ben de buradan başladım; çünkü karedeki minik ellerin sahibi ve bizim evin Şakir’i olan Aren salataya ekmek banınca “Hemen bunu çekip ablama göndermeliyim” dedim içimden. Galiba en çok o anlar duygularımı diye düşündüğümden. Dolayısıyla onun çocuk ve yaşlıların yemek yediği anlarda duygulanmasına değinmeden başlayamadım. Bende de farklı duygular ve çağrışımlar bıraktı bu an. Çok sıradan gelebilir okuyanlarınıza ama benim için “ben büyüdüm, ben de kendi payıma düşeni bu masadan alacağım, bana da salata suyu bırakın” demenin bir versiyonuydu bu hareket. Aynı zamanda kendi çocukluğumdaki büyüme sürecime götürdü beni. Yine oradaki anneme mesela. Kendisini çok yalnız hissettiği zamanlarda onunla çay içmemizi isterdi, biz de sırayla (ablam, Servet ve ben) birer bardak (eskilerde olan ince belli küçük çay bardaklarıyla) çayı içerdik annemle ve böylece annemin üçüncü bardağında isteği yerine gelmiş olurdu. Tek bir çaydanlıkta demlerdi çayını annem; çünkü eşlik edeni yoktu ve bir tanesi yetiyordu ona, ya da o hep yettirmeye çabalıyordu her şeyi. Sonra bir gün biz sahiden ona çayda eşlik edince ağlamıştı annem; “Çok şükür artık büyüdünüz ve benimle çay içiyorsunuz” demişti. Yani beraber yemek yeme ve içmeye verilen refleksler demek ki biraz da kültürel bir şeyden geliyor 🙂 

Ben biraz komik yanına da değinmek istiyorum bu yemek olayının; çünkü hem evin en küçüğü, hem de ne yalan söyleyeyim en sevilen ve şımartılanı olunca rahat büyüdüm ve genelde eğlenceliydi o çocukluk kısmı. Bir misafirliğe gideceğimiz zaman bana bizimkiler (annem ve ablam sanırım), tabağımda bir şey bırakmanın ayıp olacağını ve önüme ne konulursa yemem gerektiğini söylemişti. Ben de öyle yaptım ama sanırım Şakir gibi abartıp, tabağımı bir de ekmekle sıyırmışım. Gittiğimiz evdeki kadın da “Çok acıkmış çocuk, biraz daha vereyim” dedi diye utanmıştım. Sonra bizimkiler bu sefer “Hepsini yemek olmaz, biraz bırakman lazım” dedi bana. Bir şeyi fazla yapmıştım çünkü. İkinci misafirlikte de ben tabağımdakilerin bazılarını bırakmıştım ama aslında yiyebilirdim. Sadece büyüme denilen süreçteki sosyal rollerde başarılı olmak ve bizimkileri utandırmamak istiyordum. Ama bu sefer de olmamıştı ve ev sahibi “Ne kadar ayıp, tabakta yemek bırakılır mı hiç Saadet, ye bakayım çabuk” demişti. Haydaaa, ne yapacağım şimdi ben? Eve gelince bizimkilerle biraz tartışmıştım, “ne deseniz olmuyor, karar verin yiyeyim mi, yemeyeyim mi?” diye. Ne güzel atışmalar, ne güzel günlermiş. Bir de benim hayal meyal hatırladığım zamanlarda köyde çökelek ve tereyağı çıkarılmış ortaya. Annem o zaman bunları karıştırır ve ekmeğin içine koyup elimize  tutuştururdu. Ama, kadın ve büyük olmakla annemin işi bitemiyordu ve sofraya gelemiyordu. Ben de herkesin birer çatal sapladığı bu katıktan payıma bir şey kalmayacak telaşıyla aniden bağırmışım “Anne, annee çabuk ol bitirdiler, bana kalmayacak, gel artık” diye. Sonra herkes gülmüştü halime. Bana anlatılanları, hayalimde kalanlarla birleştiriyorum ve bana da komik geliyor. Geçenlerde kuşlara yem verilen yerde bir adam gördüm ve sürekli martılara kızıyordu. Dayanamadım ve yanına gittim, “Neden kızıyorsunuz martılara, attığınız ekmekleri yemek istiyorlar” dedim ama adamı dinleyince hak verdim. Adam meğer martıların güvercinlere hiç yemek bırakmadığını görmüş ve güvercinler de kendi payını alabilsin diye bekçilik yapıyordu aslında. Garip bir durumdu tanık olduğum ve adama saygı duydum. Sonra izledim bir süre onları ve sahiden büyük olan kuş, diğerinin ağzından alıyordu yemeğini. Kendini bilmez büyüklerin çocukların payından nasiplenmeleri gibi. 

Tüm bunlar işte yukarıdaki tek kareden geliyor. 4 yaşındaki oğlum aniden ekmeği alıp salata suyuna banınca farkında olmadan bana çocukluğumu, tanıklıklarımı ve anılarımı getirdi verdi. Hem de benzer bir telaşla, hızlı hızlı diğer ekmeğini almaya çabalarken onu izlediğimi görmeden. Evet büyüyorlar ve bize bir sürü şeyi hatırlama şansı tanıyorlar. Üstelik bunu bilerek yapmıyorlar, tek bir cümle, tek bir hareket ile oluyor hepsi. Kızımla bitireyim o zaman; o da geçen akşam üzgün diye yanıma geldi. Ben de “Gel beraber yatalım bu akşam, hem kadın kadına sohbet ederiz” dedim. Ardından gelen cümlesi “Artık ikimiz de kadın olduğumuza göre, bana bir sırrını anlatabilirsin” oldu. Allahım yarabbim, daha 11 yaşındasın ve beraber kadın olup sır mı paylaşacağız. Beni bir gülme aldı ama buna da bozuldu biraz. Sırrımı buradan söyleyeyim Armin; siz benim hayatımın en güzel oyuncularınız ve iyi ki varsınız, büyümenizi görmek çok güzel 🙂 

 

Şunlar da Hoşunuza Gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.