Aylaklar Kumsalı :)
Bir kitabın bu kadar duygulara tercüman olacağını, bu kadar etrafında dolandığımı önüme koyacağını düşünmemiştim. Tek kelime ile baştan aşağıya bayıldığım bir kitap oldu. Tamam biliyorum kendi duygularımla değil biraz daha nesnel ölçülerde başlayabilirdim yazmaya ama gerek duymuyorum. Çünkü kitabı bitirdiğinde sende bırakılan duygu ne ise o dökülmeli bence yazıya. Hem sonra bu blog madem benim “aylaklık” alanım, o zaman sözcük seçimi ve başlangıç kısmı da tamamen benim hislerimden yola çıkabilir. Can Çocuk Yayınları tarafından basımı yapılan ve geçtiğimiz hafta elime geçen bir kitaptı Aylaklar Kumsalı. Alex Noguės’in yazdığı ve Bea Enriquz’in resimlediği kitabı Türkçe’ye Emrah İmre çeviriyor. Yazarın her cümlesi özenle seçilmiş ve kurgusu harika. Ayrıca bir çocuğun gözünden yetişkin dünyasına bakışı da oldukça çarpıcıydı. Yazarın yine son kısımda kitap hakkında yazdıkları da çok etkileyiciydi. Hepimizin içinde bulunduğu halleri öyle güzel kaleme dökmüş ki yazar, sahiden bazı kısımların altını çizip durmam boşuna değildi.
Şehir hayatından sıkılıp denize yakın bir köy yaşamına geçen ailenin geçirdiği değişim konu alınıyor kitapta. Sofia adındaki kız çocuğunun gözünden izliyoruz bu değişimi. Şehirdeyken çiçekçilik yapan annesinin bu yeni yaşamda nasıl solduğunu evet kelime tamamen bu “solduğunu” anlatıyor bir bölümde. Yine babasının “serbest” çalışan iken aslında nasıl köleleştiğini gösteriyor bir başka bölümde. Bilgisayarının başından kalkamayan ve hayatı yaşamak yerine tüketmenin içindeki farklı hallerdeki bizlerden kesitler aslında. Geçim derdi, gelecek kaygısı ve daha bir sürü şey var kitapta. Dolayısıyla her karakteri ayrı ayrı anlayabiliyoruz ama çocuklar söz konusu olunca onların gözünden hiçbir şey kaçmıyor. Farkında olmadan ve gündelik dile yerleşmiş tüm sözcüklerimiz onlarda kayıt altına alınıyor ve Sofia’da da durum böyle. İşi başından aşkın babasının kullandığı tüm sözcükleri birleştirince sahiden modern köleliği nasıl yaşadığımızı görmek zor değil. Annenin de aslında bu durumda kaybettikleri ve çocuktaki etkisi sahiden önemli. Sofia sosyal bilimler, sanat, müziğe meraklı bir çocuk. Bulunduğu yerde bunu besleyen şeylerle de karşılaşıyor aslında.
Sahile bisikletle gidebilmek, orada karşılaştığı insanlar ve arkadaşları sahiden hayatındaki şansları. Bununla beraber okul ve eğitim sistemine çok yerinde ve sert eleştirileri var yazarın. Matematikte iyi olmadığı için yeterince çalışmadığı ve her şeyi boşladığıyla suçlanıyor mesela ve sonrasında ilerisi için öngörüsü olmamakla. Anlayacağınız artık belki de hepimizin alışkın olduğu o hırs ve rekabet zincirinden sıyrılabilmişlerden birisi Sofia. Kendi çocukluğu ve hayatı ile ilgili tavrını, duruşunu ve sözcüklerini seçebilecek bir çocuk. Bununla beraber karşılaştıkları da anlaşılabilir şeyler aslında. Babanın tepkisi kadar, annenin söze dökülmeyen ama çocuğa aktardığı duygu birliği de oldukça dikkat çekiciydi. Sofia nihayetinde bizlere okur olarak hayattan payımıza düşen zaman diliminde, içinde olduğumuz çemberden dışarı nasıl çıkıp yaşayabileceğimize dair ipuçları veriyor. Yazar da zaten son kısımdaki açıklamasıyla aslında kendisinin de benzer süreçte olduğunu gösteriyor. Kitabı bu yönleriyle çok beğendim. Yine de hayallerinin peşinden gidebilmek, anı yaşayabilmek ve bunu hissedebilmek, hayatı özümseyebilmek için insanların farkındalığı kadar ve belki de daha fazlasında imkanlarının olamadığını düşündüm kitabı bitirince. Deniz yıldızlarını inceleyen biyolog mesela veya sadece kendisi müzik olan ve dansı hisseden gençler mesela nasıl da insanın içini kıpır kıpır ediyor. Harika bir şey herkesin istediği ve merak ettiği işin, uğraşın peşine düşmesi/düşebilmesi. Bununla beraber mesela içinde bulunduğumuz pandemi koşullarında maalesef yaşamını sonlandıran müzisyenleri düşünmeden edemiyorum. Sanat en kolay vazgeçilen oluyor çoğu durumda ve bu alana gönül verenlerin geçim sıkıntıları sahiden üzücü. Galiba yazar kadar hemen herkesin içinde olduğumuz çarktan çıkma konusunda benzer dirayette olması gerekiyor. Kuşları, solucanları merak eden, yıldızları izleyen, dansa ve müziğe merak duyan çocuklara hayallerinin peşine takılacak ortamı sağlayabilmek belki de mesela önemli olan. Bunu elbette tek başımıza yapamayız ve yapamıyoruz da. Yazar bizleri “aylaklık” kavramını sorgulamaya çağırıyor. Bununla beraber pek çok şeyi daha. Saate bakmadan zaman geçirmek diyor mesela bir yerde, sonra dinlenmek için bile harcamak zorunda olduğumuz gerçeğini fısıldıyor aslında bize öğretilen yanıyla. Bize dayatılanı bir kez daha düşünmek için çok güzel bir fırsat aslında elimdeki kitap. Kitabın sonunda çizer de kendisini zorlayan yanları ifade etmiş. Bu bölümü ayrıca sevdim. Hem yazarın, hem de çizerin kitap üzerine konuşması hoşuma gitti. Hem sonra belki okur olarak bizler de hem kendimize, hem de hayatımızdaki çocuklara farklı bir yerlerden bakabiliriz.
Son Yorumlar