Balık Çorbası :)

Kütüphaneye gittiğinizde kitabın üzerinde Ursula K. Le Guin ismini görüp de elinize almamanız mümkün değil. Bende de aynısı oldu. Kanatlı Kediler Masalı serisinden sonra çocuk edebiyatında daha çok yayını olsa dediğim yazarlardan birisidir. Kitabı Türkçe’ye Kemal Atakay çevirmiş. Sanırım yayınevi de (Elma Çocuk) benim gibi düşünüyor ki; kitabın arka kapak kısmına “iade garantisi: Bu kitabı okudunuz ve beğenmediyseniz, iade edebilir ve ödediğiniz ücreti yayınevimizden geri alabilirsiniz.” yazmışlar. Böyle bir yazıyla ilk kez karşılaşıyorum ama bu yazarı okuyup da beğenmemezlik olmaz zaten.

Ursula K.Le Guin bu sefer çocuklardan ziyade aslında büyüyemeyen yetişkinlere sesleniyor çocuk edebiyatı aracılığıyla gibi. Birbirine tahammül edemeyen ve kendi alışkanlıklarına sıkı sıkıya bağlı olup da başkasının isteklerini görmezden gelen herkese büyük bir ders niteliğinde Balık Çorbası. En güzel tarafı da bunu kocaman harflerle veya büyük büyük cümlelerle değil; tam tersine sıcacık bir öykü ve sevgi üzerine kuruyor yazar. Birbirinden oldukça farklı olan ve yaşama şekilleri açısından kıyaslanamayacak derecede zıt kutuplarda olan iki insanın ortak noktaları üzerine yoğunlaşmaları ve birbirlerinin alanlarına saygı duymalarını konu alıyor kitap. Ayrıca birbirlerinden nasıl keyif aldıkları ve sadece istedikleri için yan yana olan güzel bir çift var karşımızda. Okurken içimden herkesin böylesi ilişkiler içinde olabilmesini diledim. Kedileri ve fareleriyle yaşayan bir kadın yazar içinde bulunduğu ortamdan rahatsız olmuyor ve hayatındaki en büyük uğraşı olan yazma ile hep iç içe yaşıyor. Düşünen adam ise bu kadın yazarın aksine düzenli, temiz ve tertipli birisi. Geliyoruz kitabın en güzel yanına. Bu iki insan sohbetlerine balık çorbası eşliğinde devam ediyorlar ve birbirlerine saygı duyuyorlar. Kadın istediği zaman adamın evine konuk oluyor, adam da istediği zaman kadının evine. Hayatlarını alışkanlıklarına hapsetmeyen ve böylece güzelliklerin farkına varan iki güzel insan ile okur olarak bizler de durup düşünüyoruz ister istemez. Kadının evine konuk olan adamı düşünüyorum mesela. Nasıl oluyor da fareler ve kedilerden rahatsız olmuyor diyorum ama sonra olsaydı bu sefer kadınla sohbet edemez ve aslolan şeyleri yaşayamazdı diyorum. Ya da kendimi kadının yerine koyduğumda; bu kadar tertipli ve düzenli bir adamın evinde nasıl huzursuz olmuyor diyorum ama kadın adama bulaşıkları dizmesinde bile yardımcı olmuyor çünkü biliyor ki ne yaparsa yapsın adam kendi düzeninden başkasını beğenmeyecek. Kısacası birbirlerini biliyor ve tanıyorlar; daha da önemlisi yaşama şekillerine saygı duyuyorlar. Sonrasında da belki birarada yaşayan herkesin yapması gerektiği gibi herkes karşısındakinin alanına girmekten kendini alıkoyuyor. Kimse diğerini değiştirme çabasında değil. Hiç oralarda zaman harcamıyorlar. Birbirlerini sıkboğaz da etmiyorlar. Özlediklerinde teklif beklemeden isteyen diğerine konuk oluyor ve okur olarak bizleri de yanlarına alıyor.

Kadının yazma sürecinde tepesinde dolaşan fareler öylesine güzel resmedilmiş ki ürkmek bir yana, onları izlemek keyif bile veriyor. Adamın da bir ineği var ve onu besleyip, onunla ilgileniyor. Nihayetinde bu iki insan hayalinde bir kız ve erkek çocuğu kuruyorlar ve onların varlığının nasıl olabileceğini düşünüyorlar. Herkes karşı tarafı öylesine incelikli, naif bir şekilde gözden geçiriyor ki bu hayal sayesinde; ben içimden bu çiftin çocukları olsa yazacak, düşünecek ve eğlenecek çokça şey olur diye geçiriyorum. Zaten yazar da okurun beklentisini kitabın sonunda karşılıyor ve hoşgörünün hayatı nasıl yaşanır kıldığını gösteriyor duru diliyle. Ursula yazar da okunmaz mı 🙂 İnanın başka yazacak hiçbir şeye gerek yok, tavsiye ile… 

Şunlar da Hoşunuza Gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.