Elimde yine bir Behiç Ak kitabı. Yalnız arada fark var; o da elimdekinin roman olması. Daha önce resimli kitaplarını okumuş, sevmiş ve üzerine yazmıştım. Bu sefer Bulutlara Şiir Yazan Çocuk adındaki romanı ile karşımızda yazar. Günışığı Kitaplığı tarafından basımı yapılan kitap, Behiç Ak’ın kaleminden çıkınca çizimler, şiirler, masallar da ilavesi olarak geliyor. Hangi türü seviyorsanız o taraftan besleniyorsunuz kısacası.
Kitabı okurken yazarın galiba bu ülkede yaşayan pek çok kişi gibi çok dolduğunu hissettim. Herkesin duygularını ifade ettiği bir şekli var elbette, Behiç Ak kalemiyle yapıyor bunu ve bizleri de dahil ediyor kendisine. Çocukları ayırmadan anlamaya çalışan, tıpkı kendisiyle yaptığımız söyleşide söylediği gibi: “İyi bir gelecek beklemek için sosyal eşitsizliğin kaldırılması gerekir. Yani sadece kendi çocuğunuzun değil tüm çocukların iyiliğine istemeniz gerekir her şeyi. Belirli bir sınıf kendi çocuğu için iyiyi istiyor. Oysa ki bütün çocukları düşünmek gerekiyor. Neoliberalizmle başladı bunların hepsi. Bu da beraberinde sosyal eşitsizliği arttırdı. Bu sadece Türkiye’de değil, dünyada da böyle. Kamusal olanın yok edilmesi aslında temel sorun bence.” yazan bir yazar kendisi.
Kitapta savaşın yıkıcılığı oldukça güzel bir şekilde anlatılıyor. Kitabın kahramanı Sevgican sınıf arkadaşlarından, Suriye savaşından kaçarak ülkeye gelen, Jamel’i ve onun yaşadıklarını fark etmiyor uzun süre. Ne zaman ki bahçelerinde arap bülbülü aldı bir kuşu görüyor ve babası bu kuşun savaş nedeniyle göç edip geldiğini söylüyor, işte o zaman Sevgican savaşın yıkıcılığını kavrıyor. Oldukça etkileyici bir bölümdü bu bölüm. Bir diğer kısmı ise Sevgican, ayakkabılarını boyamak istemediğinde görüyoruz. Yaşamına dair izler taşıyan ayakkabılarını parlatmak ve boyamak yerine, onları olduğu gibi giymek istediğini düşünen kahramanımız bu şekilde sınıfına giriyor. Kendisini en iyi anlayan yine Jamel oluyor ve yanına gelerek kendi hikayesini anlatıyor. Çok güzel işlemiş yazar sosyal eşitsizliğin somut hallerini. Jamel Halep’ten İstanbul’a yürüyerek göç etme süreçlerinden bahsediyor Sevgican’a ve bu aşamada yıpranan ayakkabılarının durumundan. Sanki biz yaralarımızdan tanırız birbirimizi dercesine yıpranan ayakkabısı olanları da kendisi gibi mülteci olarak gören Jamel parlak ve boyalı ayakkabılara sahip olduğunda bile diğer ayakkabıların kendisini yakaladığını söylüyor. O geçmişi çünkü ve geride bırakmak istediği günleri. Çok etkileyici bir sohbetti sahiden. Bu ülkede çocuklar arasında yaşanan eşitsizliklerin hangi noktalarda izler bıraktığını da gösteriyordu Behiç Ak bir yanıyla. Jamel aynı zamanda geçinebilmek için aile bütçesine katkı sağlamaya çalışan bir çocuk işçi. Bunu da ancak Sevgican okula kir pas içindeki ayakkabıları ile gelip, üstüne ayakkabı şiirini yazınca öğreniyoruz. Jamel’in peşine takılan Sevgican, hayatında hiç karşılaşmadığı şeylerle karşılaşıyor ve hayata Jamel’in tarafından da bakmayı öğreniyor.
Kitaba en etkilendiğim bölümden başlayınca biraz tersinden anlatır gibi oldum değil mi? Neyse kısaca şu şekilde bahsedersem; annesi aynı zamanda öğretmeni olan Sevgican karakteri ve onun içe dönük halinden, aslında ayrı bir dünyası olduğunu izlediğimiz bir dizi olay var kitapta. Çocuklar kadar yetişkinlerin de değişen hayat pratiklerine katılım sürecini gözlemliyoruz aynı zamanda bu olaylarda. Babası fotoğrafçı ve babasının en yakın arkadaşı postacı olan Sevgican için ikisinin de mesleğinin sona erme noktasına girmesi ve teknolojinin hayatlarımızı nasıl dönüştürdüğü çok güzel şekilde anlatılmış. Sevgican postacının işini kurtarmak için arkadaşlarına mektup yazma önerisi getirmek isterken aynı fikri kendisinden önce sınıf arkadaşı Batu dillendiriyor. Ancak Batu postacıya mektup vermek yerine, mektuptan uçaklar yapıp birbirlerine yollayabileceklerini söylüyor. Sevgican da buna karşı aslında kafasında olmayan ve o an aklına geldiği şeyi söylüyor ve kendisini sosyal medyanın içinde buluyor. Fikri ise, yazdığı şiirleri internette yayınlamak. Sevgican bunu yaptığı andan itibaren kendisini istemediği bir sürü şeyin içinde buluyor. Bir anda ünlü biri haline geliyor ve şiirleri çok beğeniliyor. Herkes kendinden bir şeyler buluyor şiirlerinde. Behiç Ak, sosyal medyada yaşanan olumsuzluklara öylesine güzel ayna tutuyor ki Sevgican yaşananlara yabancılaşırken, bizler de bir an durup düşünüyoruz yaşadığımız sanal dünya ile ilgili.
Kısacası kitap tam da günümüz dünyasını Türkiye özelinden anlatıyor. Çok fazla şey var kitapta. Masallar ve onun hala üzerimizdeki güzel ve inanılmaz etkisi var. Sonra şiir var, öyle beğeni sayısı arttığı için değil, Sevgican’la aynı sınıfta olmasına rağmen tek kelime konuşmayan Jamel’i ve onun yaşadıklarını anlatma cesareti verdiği için mesela. Ya da yine sıra arkadaşı Leyla’nın olmadığı kendisini sosyal medyada sunuş şekli ile insanların içine düştükleri durumu görmek bile bildiğimizi okumak ve görmek anlamında önemli. Sosyal eşitsizliğin çocuklar üzerinde bıraktığı izleri görmek için de çok uygun bir yol yazı. Behiç Ak tüm duygularıyla bir serzenişte bulunuyor aslında hepimize. Elimizde olanlar, kaybettiklerimiz, yaşadığımız ama görmek ve anlamak istemediklerimizi usulca bırakıyor önümüze yazar. Black Mirror dizisini de anımsamadım değil ama okur olarak azıcık bizi kendimize getirdiğini belirtmem gerekiyor. Sadece çocuklara değil, bence her zamanki gibi büyüklere de hitap ediyor yazar. Sevgican’ın babası kızından edindikleri ile hayatına yön veriyor mesela. Aynı zamanda büyüklerin aslında çocukların dünyasına nasıl da uzak kalabildiklerini de gösteriyor yazar. Sevgican’ın annesi mesela. Kızının öğretmeni olmakla zaten sıkıntılı bir durumun içindeler ve bunun sorun yaşayan kısmında daha ziyade çocuk var. Ancak eğitimci bir anne olmasına rağmen kızına ve onun dünyasına uzak bir kadın var karşımızda. Normalde içine kapanık olan kızının aslında nasıl da büyük bir gözlem gücü olduğunu ancak şiirlerini okuyunca fark ediyor annesi.
Kitapta birbirinden farklı karakterde çocuklar sunulmuş. Örneğin son derece başarılı olmasına rağmen bunu göstermek istemeyen Erol. Çocuk en başarılı olduğu alanda bile bunu göstermek istemiyor. Yine sınıfın zekisi Batu. Bir diğeri Leyla. Her biri farklı özelliklerde çocuklarla bizler de çocuk büyütürken farklı şeylerle karşılaşabileceğimizi görüyoruz. Bizim görmemizin yanında keşke eğitimciler fark edebilse her çocuğun ayrı bir öğrenme şekli olabileceğini. Ya da bunu fark eden eğitimcilerin adım atabilmeleri yönünde büyük ve önemli adımlar atılabilse eğitim sisteminde.
Behiç Ak öteki olma ve yabancı olma kavramlarını da oldukça naif bir sohbette dile getiriyor. Yine saçları kıvır kıvır olan Jamel ve Sevgican diyalogunda görüyoruz bunu. Saçlarına pisipisiotları dolan arkadaşına bunun sebebini soran Sevgican aldığı yanıtla şaşırıyor. Arkadaşlarının kendisine attığı bu otların ardında aslında iki neden olduğunu söyleyen Jamel bizleri de ters köşeye yatırıyor. İlk nedenini saçlarının gür olmasına ve pisipisiotlarının iyi saplanmasının eğlenceli olabileceğini düşündüğünü söylüyor. İkinci ve asıl nedenin ise çocukların kendisi ile iletişim kurmak istemelerinden kaynaklandığını söylüyor. Bunu da şu şekilde ifade ediyor: “Türkçe bilmediğimi düşünüyorlar, ayrı ülkenin insanıyım ne de olsa. Pisipisiotlarıyla mesaj göndermeyi tercih ediyorlar. Tıpkı elektronik posta atmak gibi.” Galiba çocukların tarafında her şey daha basit ve anlaşılabilir. Yaraları sarmak konusunda bizden daha usta oldukları da çok açık. Aynı zamanda yaşadıklarının kendilerinde bıraktığı izlerin de farkındalar. Behiç Ak bu farkındalıkla yazıyor en çok da bence. Belki de o yüzdendir kitaba başlamamla bitirmemin arasında sadece saatlerin olması. Eminim elinize aldığınızda, sizler de bırakmak istemeyecek ve kitabın kahramanı güzel, şirin ve sevimli kızın serüvenini sonuna kadar takip edeceksiniz.
Son Yorumlar