Balıklara Yüzmeyi Öğreten Deniz

Bir insanı tanımadan sevebilir misiniz? Duygusunu duygunuza yakın görebilir misiniz? Yaşama telaşından mutluluk devşirir misiniz kendinize? Şahsen ben, bu akşam Balıklara Yüzmeyi Öğreten Deniz’i okurken, yazarı Şule Tankut Jobert için bunları hissettim. Necdet Yılmaz tarafından resimlenen kitap, Kelime Yayınları tarafından basılmış.

Önsöz kısımlarını açıkçası pek sevemiyorum, ağdalı dille yazılan ve herkese çok da içten olmayan bir şekilde, sevgi demeti sunan yazılar gibi geliyor bana. Ama bu sefer önsözüne ve içtenliğine baktım yazarın ve saygı duydum anne ve babasına. Yazar, oldukça içten, oldukça cesurca bir şekilde, belki de çoğumuzun yaşadığı yoksulluk hallerine anne ve babasının fedakarlığı üzerinden değinip aslında kişiliğindeki etkilerini itiraf ediyor önsöz kısmında. Çok yakın, tanıdık ve güzel geldi yazılanlar.

Anlaşılan ben duygularımı yazmaktan kitaba gecikeceğim 🙂 Ama sahiden çok güzel ve etkileyici bir tarzda yazılmış. Bu akşam küçük cadıma okunacak kitabı ben seçtim ve epeydir rafta ekleyen Balıklara Yüzmeyi Öğreten Deniz’i aldım elime. Hemen “Ama anne, onda çok resim yok ki, başka bir tane mi seçsen” dedi. Ben de “İyi ya işte, hayal ederiz okuduklarımızı, ne dersin, daha heyecanlı değil mi?” dedim. Evet evet bu satırları okuyanlar kitabı seçme hakkı çocuğun diyebilir ama arada ben de bu haktan yararlanıyorum işte, itiraf ediyorum 🙂 Neyse ki küçük cadı “Tamam, hadi senin istediğin olsun, hayal ederiz, belki daha iyi olur” dedi. Ona üç tane öykü okudum ama sonra da kitabı alıp odama kaçtım. Bu kitap bitmeden uyumak, güzel bir filmin, en heyecanlı sahnesinde reklam görmek gibi olacaktı benim için. Abartmıyorum, sahiden böyle düşündüm.

Çocuk haklarını on iki güzel hikaye ile anlatıyor yazar. İlk öykü “Masallarla Büyümek” adını taşıyor ve son kısımda küçük çocuğun ağzından “Çocuk haklarına bir madde de ben ekleyeceğim. -Masallarla Büyüme Hakkı-” sözlerine yer veriliyor. Şimdi gelin de sevmeyin bu ilk öyküyü. Çocukların elbette hakları masallarla büyümek 🙂 Buna koşulsuz destek verebilirim. Tüm hikayeler hakların çocuklar tarafından doğru bir şekilde anlayabilmesi için özenle oluşturulmuş. Bazı hikayelerde gözlerim doldu. Bazılarında içim daraldı ama yazar bir şekilde umutlu bir sona bağlıyor yazılanları. Siz bakmayın benim duygu durumu hallerime. Sadece anlatılan kısa öykülerdeki gerçekliği biliyor ve görüyor olmak (maalesef yaş aldıkça bu daha da fazlalaşıyor), bu halde olmama neden oldu. Örneğin sağlık sisteminden faydalanması, eğitim hakkı, barınma hakkı, anne ve babasıyla yaşama hakkı gibi hakları anlatan öyküleri okuyunca içim burkuldu bu haklardan mahrum büyüyen çocukları düşünmekle.

Bir öyküde anne ve babası işsiz kalıp kiralarını ödeyemeyince, yuvaya verilen bir çocuğun hikayesi anlatılıyor. Sonrasında da kendisini evlat edinen yetişkinlerin durumu. Ne çok çocuk var bu şekilde değil mi? Neyse ki Şule Tankut Jobert bizi okur olarak (yetişkin ve çocuk) umutlu kılıyor. Evlat edinen aile, evlerinin bahçelerinde ve ev işlerinde çalışmak için çocuğun anne ve babasıyla görüşüyorlar. Böylece çocuk da onlardan ayrılmamış oluyor. Üstelik kendisini çok seven yeni bir ailesi de oluyor.

Bazı öykülerde de ülke politikaları önümüze çıkıyor. Çocuğa yatırım yapan ve onların doğuştan getirdikleri haklara uygun işlerin içinde olanları gördükçe mutlu oluyorum. Örneğin göç ettiği ülkenin dilini bilmese de çocuğu en azından 18 yaşına gelene kadar sınır dışı edilmeyen anne ve çocuğun hikayesini okurken çok etkilendim. Baba müjdeli haberi eve getirince küçük kız çocuğu sevinç içinde kalıyor ve “İyi ki çocuk hakları var. Yoksa, beni dünya güzeli annemden ayırırlardı” diyor. Annem Gitmesin adındaki bu hikayede yine benim için oldukça etkileyici bir cümle sarf ediyor çocuk ve diyor ki annesine; “Ben varken sana hiçbir şey yapamazlar.” Roller nasıl da tersine dönüyor değil mi? Aslında bu cümle genelde, büyükten küçüğe gider ama bu sefer Çocuk Hakları’ndan dolayı çocuktan anneye gidiyor.

Bir başka öykü ise “Hakkı’nın Hakkı” adını taşıyor. Tekerlekli sandalyede olan çocuğun sırf sınıfının yeri değiştirilmiyor diye okula gidememesi karşısında yaşananlara tanık oluyoruz bu sefer. Anne ve babası elinden geleni yapıyor ama her gün en üst kata kadar çocuğu taşımakta zorlanıyorlar. Aslında nasıl da çağ dışı değil mi çocuğun yaşadığı? Nasıl kolay çözümlenebilecek sorunlar var önümüzde aslında. Büyükler sorunu çözmeye niyetli olmayınca çocuklar arkadaşları için uğraşıyorlar ve okula bir asansör yapılmasını sağlıyorlar. Böylece engellilerin de erişim hakkı gündeme geliyor. Bu öyküyü okurken küçük cadım daha bebek arabasındayken şehirde hareket etmenin nasıl da zor olduğunu hatırladım. Toplu taşıt araçları genelde görmezden gelip, direk geçerlerdi veya duruyorlarsa da “mutlaka katlayın arabayı, bebeği kucağınıza alın” diye tacize varan uyarılarda bulunurlardı. Köprüler veya kentin geneli bebekli kadınlara göre değildi. O zamanlar annem durup “Ne gereği var şehrin içine geliyoruz, bak hepimiz yorulduk, bebek de perişan oluyor” demişti. Çok içerlemiştim söylediğine ve dönüp “Demek ben engelli olsam sen beni evden çıkarmayacaksın! Hayır ne olursa olsun, biz de dışarda olacağız” demiştim. Sırf bu deneyim bile kenti o zamana kadar deneyimlemediğim tarafından deneyimlememe sebep olmuştu. Ama yönetici pozisyonunda olanlar, yerel yönetimler, mimarlar, şehir plancıları herkesin haklarına uygun hareket etmek ve kararlar almak durumunda. Dezavantajlı grupların da kente erişim haklarını sağlayacak uygulamalar içinde olmaları gerekiyor. Bu öyküde o zamanlar yaşadıklarımı anımsadım. Tam da bir çocuğun arkadaşının yaşadıklarını hiç anlamadığını fark ettiği andaki durumdaydım ben de. Ama öykü elbette çok daha can acıtıcı. Çünkü maalesef okullarımız, binalarımız, yollarımız ve tüm kamusal alanlar onların bir başkasına bağımlı olmadan hareket etmeleri için yeterli donanıma sahip değil. Umuyorum bundan sonrasında bu konulara daha duyarlı projeler üretilir.

Bana kalsa her öyküyü ayrı ayrı anlatırım ama o zaman da tadından almış olurum galiba. O nedenle, bence her yetişkinin okuması gereken bu kitabı almanızı tavsiye ediyorum. En azından çocuklarımız için okuyalım. Onlar sahip oldukları hakları bilsinler ve biz de onlara okurken anımsayalım bu hakları. Şule Tankut Jobert’in dili ve samimiyeti de eşlik etsin sizlere.

Şunlar da Hoşunuza Gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.