Bir Altın Hikayesi

Aslına bakarsanız oldum olası altınları sevmem. Bir çeşit haksızlık gibi gelir bir metal parçasının diğerinden kıymetli sayılması. Neden, mesela bakır değil de altın veya neden onu takarak sevgi belirtisinde bulunmak ister insanlar? Bu ve buna benzer bir sürü soru geçiyor zihnimden. Buna ilave yeni nesil mesela eğer tek taşı yoksa evlenme teklifini de yapılmış saymıyor. Yani öyle böyle bir tuhaflık değil; gönül ve niyet birlikteliğini gölgeleyen bir taşa kalmış sözler. İnanılacak gibi değil ama maalesef öyle. Neyse bunları bir kenara bırakıp kitabımıza geliyorum. Roger Judenne’nin kaleminden çıkan Bir Altın Hikayesi’nde bu kez altın dolaylı olarak bize güzel şeyleri anımsatıyor.

Tudem Yayınları tarafından basılan ve Türkçe’ye Damla Kellecioğlu tarafından çevrilen kitapta altın, takas kavramını sohbetimize alıyor. Pauline Duhamel tarafından resimlenen kitapta Tibo adında bir oduncu hastalanıyor ve kendisini tedavi eden doktora borçlanıyor. Elinde parası olmadığı için de bir altın değerindeki borcu için süre istiyor. Olaylar zinciri de tam bu noktada başlıyor; doktorun hizmetçisi hazırlayacağı yemek için çiftçiye, çiftçi kuzeninin düğünü için istediği elbiseyi dikmesi için terziye, terzi nicedir hayalini kurduğu dolap için marangoza, marangoz meşe ağacı için oduncu Tibo’ya borçlanıyor. Böyle bakınca sanki tüm köy sakinleri ortak bir altın üzerinde birleşmiş gibi duruyor. Derken zengin bir kadın terziye gelip bir masa örtüsü için bir altın ödüyor ve örtüyü alıyor. Böylece o altın dolaşıma giriyor işte. Elden ele borçların ödendiği altın, dönüp dolaşıp aynı yere geri geliyor. Köyü dolaşan altın yine aynı yere dönünce bu sefer herkes birbirine mazeretini anlatmaya başlıyor. Olay çözümlenince de ortada ne borç kalıyor, ne de sorun. Kimseye ait olmayan ve aynı zamanda kimseyi borçta bırakmayan altın böylece sessizce çekiliyor aradan.

Hikaye oldukça basit ve sade bir anlatımla yol alıyor. Güzel olan yanı da bu zaten. Karmaşık ve dolaylı anlatımlar yerine, en iyi bildiği yoldan gidiyor yazar. Resimler de anlatılana çok güzel eşlik edip zihnimizi canlı tutuyor. Yazar bir köyde büyüdüğü için insan ilişkileri konusunda oldukça sıcak ve içten. Bir anlamda kendi sosyal sermayesini kalemiyle buluşturuyor yazar. Köy hayatı yaşayanları her zaman şanslı bulmuşumdur. Ayağı toprağa değen, ağacın dallarında gezinen ve dayanışma ile yaşanan her an öylesine kıymetli ki; bunu başka bir yerde bulmak mümkün değil.

Kitabın son kısmında “Birlikte düşünelim” adında bir bölüm oluşturulmuş ve burada parasız bir dünyanın nasıl olabileceğine dair sorular soruluyor. Kısıtlı zamanlarda da olsa köy yaşamını deneyimlemiş birisi olarak söyleyebilirim ki kesinlikle harika olurdu. Örneğin hayvanlar dönüşümlü olarak köy sakinleri tarafından otlatmaya götürülür, erişteler sırayla açılır ve herkes oklavası, sofrası ile erişte açılacak evin bahçesine yerleşir, buğdaylar imece usulü ile toplanır ve öğütülmesi için patos makinesi denilen bir makineye verilir. Yine köy yaşantısında gölden veya başka bir kaynaktan gelen su, sıra ile bahçelere bırakılır ve herkesin bahçesi eşit şekilde sulanır. Bununla beraber köye dışardan gelen herkese “Hoş geldiniz. Kime geldiniz? Bize de mutlaka gelin” denilir. Son olarak köyden ayrılacağınız zaman herkes kendince bir şey alır getirir ve size güle güle der. Ne mi getiriler? Birisi samanların arasına sakladığı yumurtaları, birisi bahçesindeki ağaçtan topladığı dutlarla yaptığı pekmezinden bir küçük şişe, birisi kendi yaptığı peynirinden, çökeleğinden getirir. En çok da ne getirirler bilir misiniz? Sevgilerini getirirler size. Siz de o sevgiyi taşırsınız büyük bir coşkuyla.

Bu kitap işte beni aldı götürdü o köy günlerine. Dayanışmanın en güzel örneğidir köy yaşantısı. Orda altının da, paranın da lafı geçmez. Doğanın güzelliği ve iyileştirici gücü sizleri sarıp sarmalar ve alıp arındırır tüm olumsuzluklardan. Yalnızlığınıza izin vermez köy insanı. Derdinizi sulara, geceleri yastığınıza değil yanı başınızdakine dökersiniz usulca. Kısacası iyileştiricidir ve şehrin tüm zorlayıcı unsurlarına karşın yeni bir şeyler söyler size. Ne söyler bilir misiniz? Tam da kitabın arka kapağında yer alan “dayanışma, hoşgörü ve yardımlaşma üzerine” söylenecek en güzel sözleri söyler size. Yeter ki dinlemek niyetinde olun. Makyajı ve alışılmış davranış kalıplarını terk edip perdenin ardındakine bakabilirsek o zaman ne altın kıymet görür, ne de eksikliği sorun olarak tanımlanır. Doğa en büyük zenginlik olarak en baş köşede yerini alır ve ruhlarımız onunla güzelleşir.

Şunlar da Hoşunuza Gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.