“Kız babası olmak. Daha ne olsun!” diyen Ahmet Büke oğlak sohbetleri’nde
Baba olmanın en güzel yanı nedir sorusuna “Kız babası olmak. Daha ne olsun!” diye yanıt veren Ahmet Büke iki güzel kitabıyla karşımızda.
Kitap üzerine yazı yazmadan önce yazarıyla kitapların bana yaptığı çağrışımlar üzerinden konuşmak istedim. Açık söylemem gerekiyor ki bazı konularda tedbirli ve tutumlu bir yazar kendisi. O, sadece ortaya bıraktığı kitap üzerinden sunuyor kendisini. Yine de okur olarak en azından bana bu soruları sorma isteği bıraktı. Ayrıca ve özellikle altını çizerek belirtiyorum; yazar kitaplarında farkında olmasa da “olması gerekeni” ifade etmiş olmanın yanında, aslında sadece kendi gerçekliğini de resmediyor. Yine de olumsuz genel hava içinde “olması gereken” taraftan ses vermesi bile kıymetli. Dolayısıyla bir iç sohbet havasında da okuyabilirsiniz bu röportajı.
Saadet: Ahmet bey hoş geldiniz “oğlak sohbetleri”ne. Kitabınızı okurken ara ara “ben bu babayı tanıyorum” diye geçirdim içimden. Sanırım bazı açılardan şanslı azınlık içinde yer alıyoruz. Bizim de küçük cadımıza her sabah kendi “bestelediği” şarkıyı söyleyen (hiç söyleyemiyor) bir baba var evde. O “başlayayım mı yeni besteme?” deyince küçük cadı hemen “ay hayır lütfen” diyor ama bir taraftan da kıkır kıkır gülüyor. Zeynep’in babasında da aynı şey var. O da şiiri çok seviyor ve aslında o da tam şair denilemeyeceklerden. Sanırım o yüzden ilgiyle okuduk kitaplarınızı. Nasıl karar verdiniz böyle bir babayı yazmaya?
Ahmet: Babam arkadaşlarının yanında çok neşeli, eğlenceli; evde ise pek gülmeyen, ciddi birisiydi. Çocukken çok özenirdim onunla eğlenmeyi. Bizi çok derinden severdi. Gözlerinden anlardım bunu ama yine de insan güldüren baba istiyor. Hikâyedeki baba biraz öyle: yani güldürükçü. Yine de yaptığı şeyi yani şiir yazmayı tutkuyla seviyor. Evdekilerin şiirleri hakkında ne düşündüğünü bilse de yılmıyor. Aslında bence kızına da bunu söyleyerek değil yaparak anlatıyor: Yılma!
Saadet: Ahmet bey aslına bakarsanız bazen birileri çıkıp “olması gerekeni” söylediğinde çok büyük övgüler alıyor. Ama ben şu noktadayım “evet ama bu zaten olması gereken değil mi?” Dolayısıyla kitabınızı okurken hem mutlu oldum, hem de bizlere “olması gerekeni” gösterdiğiniz için de teşekkür ediyorum, çünkü aksini yapma telaşında olan onca insan varken sizin yaptığınız kendi başına bile teşekkürü hak ediyor. Babaların kızlarıyla keyifli vakit geçirmeleri en çok onlar için bulunmaz fırsat diye düşünüyorum. Siz neler söylersiniz babalar ve çocuklarla ilgili? Sizce nasıl bir şey mesela kızınızla vakit geçirmek, onun istek ve ihtiyaçlarıyla ilgilenmek, onun dünyasına dahil olmak, büyümesini izlemek ?
Ahmet: Biraz da kendime yazdım aslında: olacaksan böyle baba ol, diye. Babalık sonradan öğrenilen, acemiliği çekilen bir uğraş. Üstelik her gün çocuğunuzdan yeni şeyler öğreniyorsunuz. Bana evde, büyüyen, kişiliği şekillenen, her geçen gün kendini ifade etmeyi öğrenen, taleplerini dile getiren biriyle yaşamak inanılmaz geliyor. İdeal anne babalık yok galiba ama bitmeyen bir öğrencilik var bu işte.
Saadet: Galiba ve özellikle zor zamanlardan geçtiğimizde bize iyi gelen seslerin daha çok çıkmasını istiyoruz. Ben Zeyno kitaplarına böyle de bakıyorum. Bu nedenle sizin de sesinizi daha çok duymak istiyorum. Siz bu toplumda yaşarken, kadın ve erkek rollerinde “baba” ve “erkek” olmanın size sağladığı artı ve eksi yönlerle ilgili ne söylersiniz?
Ahmet: Bir artı ve eksi yön olduğunu düşünmüyorum hayatımda. Dediğim gibi her gün başlayan, bitmeyecek bir öğrenme, anlama süreci. Endişelerinizi, korkularınızı da yönetmeyi öğretiyor çünkü gerektiğinde teselli eden siz olmalısınız.
Saadet: Sizin Zeyno kitaplarınız elime ulaştığında bir yandan da Tanıl Bora’nın Cereyanlar kitabı elimdeydi. Tam da feminizm ile ilgili kısımdaydım. Yıllara göre kadına bakış ve kadın hareketi mücadelesi, aynı zamanda bu süreçte erkeklerin de nasıl konum aldıklarına değiniyor Tanıl Bora. Elbette kendi dönem ve siyasi tutumun da etkisi ile gelişmeleri aktarırken yazar, sizin kitabınız da sanki üzerine geldi ve birbirini tamamladı. Açıkça belirteyim aile içi rolleri bence “olması gerektiği” gibi kullandığınız için siz de hem hemcinslerinize, hem de kadınlara destek halindesiniz. Baba olmak, hele de kız çocuğu babası olmak mı sizde bu farkındalığa sebep oldu? Kısacası kadın hareketi ve Türkiye’de kadın olmak üzerine ne zamandır düşünüyorsunuz ve bize ne aktarmak istersiniz?
Ahmet: Aslında, ben bu söylediklerinizi anlatmak için kaleme almadım Zeyno kitaplarını. Anlatmak istediğim bir öykü vardı. Yetişkin öyküleri yazarken düş görür gibi hissediyorum kendimi; çocuklara yazarken ise hayal kurar gibi. Dediğim gibi, biraz da yanımda yöreme büyümesine tanık olduğum çocuklar için bir dünya kurmak istedim. Sorduklarınız daha çok okuyanların yorumları oldu. Kadın hareketi konusuna gelince, bu konuda benim konuşmam doğru olmaz. Bu işin zaten özneleri var; yeterince iyi ifade ediyorlar meseleyi. Ben de onlardan öğreniyorum.
Saadet: Zeyno kitapları toplum olarak bizden çok şeyler barındırıyor. Örneğin bence sadece aile içi rolleri tersine çevirmesi değil, bir o kadar da tıkanan yanlarına değiniyor ülkenin. Örneğin çağrı merkezinde görevliyken ve belediye başkanının annesi kargalar için şikayet amaçlı aradığında kim olduğunu bilmeden ona kargalar için olan şiirini okuması ve sonrasında görev yerinin değiştirilmesi. Elbette olumlu bir değişim değil bu ve niyeyse sadece “işten atılmamış” olmasına şaşırıyoruz okurken. Sanki görünenin arkasında derdiniz var toplumla ilgili ve hepsini harmanladınız bu iki kitapla. Sizce de öyle mi?
Ahmet: Derdi olmayan edebiyatla ilgilenmez gibi geliyor bana. İstediği hayatı en azından ev dışında yaşayamayan bir baba var ama o hayatı ile ev arasında sınırı çizmeyi de biliyor. Yine de yaşamak istediği hayatı aramaktan vazgeçmiyor.
Saadet: En çok hoşuma giden kısımlardan bir tanesi de kargaları kovalamak olarak tanımlanan yeni görevinde babanın bu kez de kargalara şiir okuma telaşı. Trajikomik bir hal alıyor durum böyle anlatılınca ve mizahla biz gerçeği daha hafif geçiriyoruz. Bir taraftan da Kaan Elbingil’in Berk Mucit Oldu kitabında hissettiğim duyguyu veriyor Zeyno’nun babasının hali. Hafif bir Kemal Sunal durumu var bu duyguda. Ne söylemek istiyorsunuz Zeyno’nun babası olarak? “Her ne olursa olsun, kızım/oğlum için her zaman yeni bir yol ararım ve hayatı daha eğlenceli hale getirebilirim” olabilir mi mesela?
Ahmet: Olabilir. Öyle çok düşünerek, hesap ederek yazmıyorum. Aslında yazar metni üzerinde o kadar da açıklayıcı olmamalı. Her okur ayrı bir okuma yapıyor aslında.
Saadet:Bir röportajınızda (http://www.ilksesgazetesi.com/haber/ahmet-buke-cocuklarin-dunyasindacocuklara-benden-bir-ani-olsun-36257.html) “Metin Altıok’un kızı Zeynep’e, ‘Babanı hep böyle güleç hatırla’ diye not düştüğü çok güzel bir fotoğrafı var. Ben de kızıma, ‘Babanı hep böyle muzip hatırla’, diye bir anı bırakmak istedim.” diyorsunuz. Galiba kendi çocuklarına istediğini tüm çocuklar isteyen babalardansınız ve bu nedenle böylesi iki kitap çıktı sizden de. Ne dersiniz?
Ahmet: Sanırım öyle.
Saadet: Neredeyse sadece anne olmak üzerine konuşulan bir ülkede, hatta anneliğe önem atfetmenin tarihsel olarak da kötünün iyisinde “iyi çocuk yetiştirmek”, en kötü durumda da daha fazla üremekle birleştirildiği bir ortamda bize de babalığı konuşmak ve önümüze koymak için fırsat verdiniz. Bu vesile ile “adanmış yaşamlar”, bahşedilen annelik için ne söylersiniz? Hangi eğitim düzeyinden olursanız olun o tarihsel süreçte edinilen bazı şeyler peşinizi bırakmıyor mesela. Annenin kendine zaman ayırması, istediği ve sevdiği işte ilerlemesi vb.hala ve maalesef hayal gibi duruyor. Hayali gerçeğe dönüştürmek ise sadece çok parçalı bir yaşamda her yükü omuzlarına alma zorunluluğu bırakıyor annelere. Oysa siz Zeyno kitaplarında bu alışılagelmiş baba ve erkek modelini değiştiriyorsunuz. Kadına kendi istediği işte ve uğraşta zaman ayırması için fırsat yaratan bir baba var karşımızda. Hatta öyle ki uzaya gidip gelen bir anne ile karşılaşıyoruz. Samimiyetle soruyorum, sahiden sizce erkeklerin konforlu yerlerinden kalkıp veya bakış açısına göre hapishanelerinden çıkıp eşit şekilde evlilik ve çocuk bakımıyla ilgileneceğini düşünüyor musunuz? Hayatınızda böyle güzel örnekler var mı; yoksa varolmasını umarak mı yazdınız?
Ahmet: Anneliğin ne olduğu, nasıl olması gerektiği gibi konularda kadınlar konuşuyor, tartışıyor ve anlatıyorlar zaten. Epey zengin ve farklı yaklaşımlarla dolu bir külliyat var bu konuda. Öteki tarafa gelince, tahakküm ilişkilerinin olduğu mekan ve ilişkiler aslında herkesi teslim alıyor. Oradan bir özgürlük, huzur çıkmıyor.
Saadet: Farkında mısınız soru sorarken bile çok konuşuyorum. Sanırım çok dolu bir noktaya denk geldi kitaplarınız. Çocukken nasıl bir anne-baba ilişkisi içinde büyüdünüz? Size o ortamda en iyi gelen şeydi mesela?
Ahmet: Büyük bir aileydik. Dedeler ve ninelerle büyümenin bütün güzelliklerini tattım. Aile büyükleri ölünce, göç edenler artınca çekirdek bir aileye döndük. Şimdi düşündüğümde bizim ailenin en güçlü yanı birbirimize olan güven duygumuzdu. Herkes herkese, her durumda, her yerde; sözüne, eylemine kefil olabilirdi.
Saadet: Sizce erkekler neden kız çocukları olmasından korkar? En azından büyük bir kısmında böylesi bir endişe oluşuyor duyduğum ve izlediğim kadarıyla.
Ahmet: Hiç bilmiyorum bu duyguyu. Bizim evde ve yakın çevremde kız çocuğu müjde gibi karşılanır. Herkes kızı olsun ister.
Saadet: Aklıma Pınar Selek’in Sürüne Sürüne Erkek Olmak kitabı ile Serpil Sancar’ın Erkeklik: İmkansız İktidar kitapları geldi sizinle konuşurken. Her ikisi de aslında madalyonun öteki yüzünü gösteriyor biz kadınlara. Sizden de duymak istiyorum: nedir “erkek” ve “baba” olmanın en zor yanları? Sizi baskı altına alan şeyler ya da şöyle sorayım sizin özelinizde erkekleri baskı altına alan şeyler nelerdir?
Ahmet: Doğduğum evde öyle değildi ama okulda ilk öğrendiğim şey güçlü, kuvvetli olmam gerekliliği idi. Çelimsiz bir çocuktum. Bu erkek çocukları arasında felakete eşdeğer bir durumdu. Mahalleden arkadaşların bana yumruk atmayı öğretmek için günlerce çabaladığını hatırlıyorum çünkü dayak yerseniz mahallenin de itibarı zedeleniyordu. O işleri çok beceremediğim için kitapların dünyasını, yalnızlığın sağaltıcı gücünü erken keşfettim.
Saadet: Peki baba olmanın en güzel yanları nelerdir desem?
Ahmet: Kız babası olmak. Daha ne olsun!
Saadet: Elinizde bir güç olsaydı ve onu çocuklar için kullanabilseydiniz en çok neyi değiştirmek isterdiniz?
Ahmet: Aç, açıkta, yoksul, eğitimsiz, kimsesiz tek çocuk kalmasın isterdim.
Saadet: Sürekli zıplayan ve yerinde duramayan zamane çocukları oğlaklara ne söylemek istersiniz? Umudu üretmeleri için sizce en çok neye başvurmaları gerekir?
Ahmet: Zıplayıp, hoplamadan, dizleri kabuk bağlamadan çocuk olunmaz. Eğer böyle olurlarsa yetişkinliğe geçemezler. Bizim evde en güzel laf şuydu: çocuk çocukluğunu bilecek (yaşayacak).
Saadet: Hemcinslerinize ve özellikle de baba olanlara ne söylemek istersiniz? Bu arada erkek okurlarınızın kitaplarınıza tepkileri nasıldı?
Ahmet: Biz dijital göçmeniz. Çocuklarımız ise dijital yerli. Kolay gelsin herkese, demek isterim 🙂 Okurlarım arasında çok arkadaşım yok. O yüzden bilmiyorum ne düşünüyorlar.
Saadet: oğlak sohbetleri’ne katıldığınız için çok teşekkür ederim.
Son Yorumlar