“Çocukların yaşamlarınızı ışıtmalarına izin verin” diyen Avukat Murat Özveri oğlak sohbetleri’nde :)

Not: Fotoğrafı çeken Nur Keskin 🙂 

Elimde olsa her cevabı üst paragrafa alırım; zevkle ve sindire sindire altını çizmek için her sözcüğün! Oğlak ebeveynlerine “Emanete sahip çıksınlar, çocukları için yaşamasınlar, kendileri için çocuklarıyla yaşasın, çocuklarının yaşamlarını ışıtmalarına izin versinler” diyen Avukat/Yazar/Hak Savunucusu/Öğretim Elemanı/Üç Kız Babası Murat Özveri oğlaklara da sesleniyor. Hem de, her şeyin iyi olacağına dair umudu canlı tutarak ve Ahmet Arif’in dizelerinden seslenerek:

 

 

 

“Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne – üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile,
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ?”

Saadet: Hocam hoş geldiniz “oğlak sohbetleri”ne. Size nasıl hitap edeyim, sayın yazar, sayın hak savunucusu, sayın avukat, sayın hoca, sayın kız babası 🙂 Hangisi en çok hoşunuza gider hitaplardan?

Murat: Her birinin benim için ayrı bir yeri ve önemi vardır. Öğrencimle konuşuyorsam hocam, adliyedeysem avukat, eş dost arasındaysam kız babası demeleri hoşuma gider.

Saadet: “Hak aramak” nasıl da güzel bir ifade. İnsan haklarıyla doğuyor ve aslında çoğumuz bunları bilmiyoruz bile. Çocuk Olmaya Hakkım Var ve Herkes Özgür Doğar diye iki kitap okumuştum. İkisi de çok hoşuma gitmişti. Sizin hikayenizden başlayalım önce, nasıl karar verdiniz avukat olmaya? Kaç yıldır mesleğin içindesiniz?

Murat: 32 yıldır mesleğin içerisindeyim. Avukat olmak gençlik hayalimdi. Sanırım beni ilk etkileyen ortaokuldaki Türkçe hocam Hüseyin Evler ‘in “sık sık çok iyi bir muhakeme yeteneğin var. Sen avukat olmalısın” demesi. Edebiyat derslerinde “münazara gruplarında” sözcü seçilmem ve aynı yıllarda o zamanki siyah beyaz tek kanallı televizyondaki (sanırım adı görevimiz savunma olan) programda avukat Petroçelli karakteri ve bu karakterin sürekli güçsüz, çaresiz insanların uğradıkları haksızlıkları gidermek için mücadele etmesi ve sonunda da haklıya hakkını teslim eden bir noktaya gelmesinin avukatlığa özendirdiğine inanıyorum. 

Saadet: Eşiniz de sizin gibi avukat. Nasıl bir şey iki avukatın birlikteliği. İki taraf da haklarının “sıradan insanlara” göre daha çok farkında. Bu sizde kolaylık mı, yoksa zorluk mu getiriyor?

Murat: Mesleki anlamda zorlukları da kolaylıkları var. Hakların farkındalığı anlamında ise açık söylemek gerekirse çok fark yarattığını düşünmüyorum. Sosyal roller üç aşağı beş yukarı hukukçu olmayan bir aile ile aynıdır diye düşünüyorum. Yani bizde de yemek, temizlik, alışveriş, evin düzenlenmesi hukukçu eşime kalmıştır. Onun elinden çay içmenin zevkini yaşamakta bana! Bu duruma zaman zaman itirazlar yükselmiştir ancak bu itirazlarda sosyal rollerin değiştirilmesi boyutunda değil eşim için evdeki işleri kolaylaştırmam, daha duyarlı davranmam istemini aşmamıştır. Bence eşim benim özgür olmamın ve iyi hissetmemin birlikteliğimize olumlu yansıyacağını düşünmüş, bu nedenle beni sınırlamak ya da benimle sürekli sosyal rolleri tartışmak yerine karşılıklı iyi hissedeceğimiz bir ev ortamı yaratmaya çalışmayı daha doğru bulmuş olabilir. Bu tutumuna, -haklarının bilincinde olarak- uyumlu, dengeli ve huzurlu bir aile ortamı yaratmak için haklardan daha çok emek vermeyi ön plana çıkartan bir davranışta diyebiliriz.

Saadet: Üç kız babası olarak mesleğinizin çocuk büyütmeye bir etkisi oldu mu? Onların büyümesine eşlik ederken en çok hangi noktalar üzerinde durdunuz mesela?

Murat: Oldu, daha doğrusu çocukluk çağlarından daha fazla ergenlik ve gençlik çağlarında onlar için daha çok korkan bir baba figürünün doğmasına neden oldu. Her gün adliye koridorlarında tanık olduğumuz, çocuk istismarı, taciz, pedofili vb. ister istemez bizleri korkuttu. Bir anlamda farkındalığımızı arttırdı. Düşünün öyle ağır ceza duruşma listeleri gördük ki 20 davanın 15’i çocukların ya da gençlerin cinsel istismarı. Gençlere uyuşturucu satma vb. Bu durumda ister istemez sokağa, topluma olan güven duygunuzda bir sarsılma oluyor. Koruyamamak korkusu daha da büyüyor.

Saadet: Yukarıda adını geçirdiğim iki resimli çocuk kitabı da çocukların doğarken sahip olduğu haklardan bahsediyor. Bence her anne babanın okuması gerekenlerden. Bilmiyor, düşünmüyor ve bazen de görmezden geliyoruz hakları. Sizce nedir bizi böyle bir kısır döngüye iten? Çocukların haklarını bilerek büyümeleri ve en önemlisi onlara sahip çıkmaları için ne yapılabilir mesela.

Murat: Haklar çok önemli elbette. Ancak haklar kadar sorumluluklar da önemli diye düşünüyorum. Öncelikle çocuk haklarının bir olmazsa olmazı var. Çocuğun fiziksel ve ruhsal şiddette karşı korunması. Ebeveynlerin çocuğun kendilerinden ayrı bir kişiliğinin bulunduğunu kabul etmeleri, bu kişiliği deforme edecek her türlü davranıştan çocuğun korunması gerekir. Bu nedenle çocuğun susturulmaması, dinlenmesi, çocukla onu bastırmadan kendisini ifade etmesine engel olmayacak sınırlar içerisinde iletişim kurulması. Onun büyümesi için gerekli olan etkinlikleri yapmasının sınırlandırılmaması. Oyun başta, çocuğun kendisini denediği, kendisini ve çevresini keşfetmesini sağlayacak etkinliklerde koruma kaygısı geri plana itilerek ona yaşam alanı tanınması gerekir diye düşünüyorum. Ebeveynlerin görevi, çocuğun önünde olabilecek tüm taşları ortadan kaldırma gibi imkânsız ve ağır bir görev olarak algılanmamalıdır. Aksine ebeveyn çocuğun ayağına taş değdiğinde sargı beziyle ve çocuğun yapamadığı anda olaya müdahil olmalıdır. Çocuğu koruma adı altında sorumsuz, sınırlarını bilmeyen, hayırdan anlamayan, kolaycı, tatminsiz, kendi gücüyle yaratmanın hazzını tanımamış, zorluklarla baş etmenin sağladığı özgüveni yaşamamış koşullara mahkûm etmek de sorunlu bir yaklaşımdır diye düşünüyorum.

Saadet: Sizin uzmanlık alanınız iş hukuku. Aslında direk çocuklara dokunmuyor gibisiniz ama onların anne babalarının hak arama sürecinde yanlarında oluyorsunuz. Bir davayı kabul ederken neyi dikkate alıyorsunuz en çok? Tüm gelen davaları kabul ederim diyor musunuz, yoksa davacı tarafın haklı olduğuna inanıyor veya somut olarak bunu görüyor musunuz?

Murat: Ben 32 yıllık meslek yaşamımın 27 yılında sadece iş davalarında işçi ve sendika avukatlığı yaptım. Bu nedenle dava kabul etmemin ilk koşulu davayı getirenin işçi olmasıdır. Türkiye’de emeğin yağmalanması süreci yaşandığı için de bana göre işçi davayı kazansa da kazanmasa da, bir başka işçiye saldırmadığı, cinsel tacizde bulunmadığı, işverene hiçbir haklı nedeni olmadan kendini savunma halleri dışında fiziki şiddet uygulamadığı sürece her zaman haklıdır.

Saadet: Bir ayağınız üniversitede. Derslere giriyorsunuz uzun zamandır. Öğrencilerle bir arada olmanın en güzel yanı nedir?

Murat: Giriyordum. 17 yıl hocalık yaptım. 2016 yılı haziranından itibaren ders vermiyorum. Öğrencilerle birlikte olunca bir sanatçı ne hissederse ben de onu hissetmişimdir. Bir ressamın tablosu karşısında duyduğu hisse benzer sanırım. Aslında hocalık öğretmekten çok kendini gerçekleştirme, dolduklarını boşaltma, kendini ifade ederken kendi sınırlılıklarını görüp yeniden kendini geliştirmeye dönme sürecidir. Gençler bu sürecin en önemli taşıyıcısıdır. Neyi bilip neyi bilmediğini en iyi gençler sana öğretir. Öğrettiklerimden daha çok, gençlerden öğrendiğimi düşünüyorum. Bu nedenle hocalık sürecim heyecan duyduğum, kendimi çok iyi hissettiğim bir süreç olmuştur. Gençlere minnettarım.

Saadet: Çok klasik olacak ama yine de soruyorum; “söyleme yap ve çocuk duyduğunu değil gördüğünü örnek alır” denilir. Sizce büyüklerin çocuklarına örnek olmaları sahiden söylemelerinden daha mı önemli, kalıcıdır? Siz büyüklerin davalarıyla ilgilenirken çocukların süreçten nasıl etkilendiklerini düşünüyorsunuz? Gözlem yapma şansınız oldu mu? Örneğin hak arama sürecinin tüm olumlu ve olumsuz yanlarını yaşıyor büyükler. Bazen mutlu sonuçlar alınıyor, bazen de istenmeyen sonuçlar. Sizce sonucun çocuğun hayatına dokunduğu bir yer var mı? Bu soruyu aynı zamanda bir baba ve sosyal bilimci olmanız nedeniyle de soruyorum.

Murat: Evet bence de “büyüklerin çocuklarına örnek olmaları sahiden söylemelerinden daha önemli ve kalıcıdır.” Çocuklar ana babalarının söylediklerini değil, yaptıklarını anlatmaktan hoşlanırlar. Ana babalarının söyledikleriyle değil, yaptıklarıyla gurur duyarlar. Ben doktora tezimi yazarken ikiz kızlarım da üniversite sınavlarına hazırlanıyorlardı. Tezi olağan işlerim bittikten sonra kalan zamanlarımda yazmak zorunda kalıyordum. Bu nedenle sabah 4’te evden çıkıyordum. Bir gün kızların dershanede ki matematik hocasıyla karşılaştım. Hoca bana “sizi kutlarım kızları çok iyi motive ediyorsunuz” dedi. Şaşırdım. Kızların ders çalışmalarına genellikle karışmıyordum. “Ben bir şey yapmadım” dedim. Hoca; “hayır yaptınız” dedi. “Kızlar sizin nasıl çalıştığınızı anlatıyor, hatta biz bu kadar çalışsak derece yapardık” diyorlar. Benim babam da annem de çok çalışan insanlardı. Annem için gün sabah beşte çalışmayla başlardı. Babam sabah altıda halen tarlaya gitmemişsek öğle oldu diye yakınırdı. Tarlada kendisi de yaptığını, büyük bir özen ve ciddiyetle yapar, zevk alırdı. Ben işe sevinerek gelmediğim günü işi bırakma günü olarak belirledim. Sadece tek örnek çalışma değil, tüm değerler sisteminizi kritik aşamalarda ebeveynlerinizin aldığı tavırlar, önemli ölçüde belirliyor desem sanırım abartmamış olurum.

Saadet: Çocukken yaşadığınız ve hatırladığınızda yüzünüzde tebessüm oluşturan bir anınızı paylaşır mısınız?

Murat: Sanırım çok saftık. Bahar gelip köyde karlar kalktığında tepelerin koyaklarında son kar kalırdı. Bu son kar taneli pütür pütür olurdu. Köyün kadınları koyaklardaki bu kardan alır yoğurt ve pekmeze karıştırarak hem kendileri hem bize yedirirlerdi. Bizim dondurmamamız da buydu. (Dondurmanın ne olduğunu o zaman bilmezdim). Neyse, sıcak bir yaz günü çok ama çok sıcaktı. Canım karlı pekmez ve yoğurt karışımı çekti. Evimiz tepenin yamacındaydı ve tepeye doğru bulutlar elle tutulacak kadar yakın görünüyordu. Ben bulutların kar olduğuna karar verdim. İki sandalyeyi üst üste koydum. Benimle yaşıt kuzenimi sandalyeleri tutturup, kar olduğunu düşündüğüm bulutlara uzanarak almaya çalışmamla sandalye devrildi, ben bayırdan aşağı top gibi yuvarlandım. Ağzım burnum kanadı. Ne yaptığımızı soranlara kuzenim anlatınca annem büyük bir şaşkınlıkla “ safdirik oğlum onlar kar değil, bulut dedi”. Bulutu öğrendim ama uzun bir süre alay konusu olmaktan da kurtulamadım. Halen yeri gelip olayı anlattığımda kız kardeşime “ağbi bari kaç yaşında olduğunu da söyle de insanlar senin embesil olduğunu düşünmesinler” diyor.

Saadet: Bayram öncesinde bir yazı kaleme aldınız ve “dede” olmak istediğinizi belirttiniz. Bir yanınız çocuk tarafı mı özlüyor acaba? Nedir çocukların dünyasında size iyi gelen şey?

Murat: Etrafınıza bir bakın ben dahil hemen her yetişkin insanın bir deforme olmuş yanı var. Kimimiz alıngan, kimimiz öfkeli, kimimiz kaba, kimimiz takıntılı. Çocukluk insanın en bozulmamış, en çok insan olduğu dönemi. Ben çocukta masum, güzel, saf insanlığımızı görüyor, insanlığımızı seviyorum. İki büyük genellememem var: 1. Sorunlu çocuk yoktur sorunlu ebeveyn vardır. 2. Her yetişkin sağlıklı yaşamak için çocuklarla iletişim kurmalı, onlarla oynamalı, sohbet etmelidir. Çocuklarda hayal kurmanın ne olduğunu, çocukta sevgi dolu bakışın ne olduğunu, çocukta yaşama istenci ve arzusunun ne olduğunu, çocukta merhametin ne olduğunu görürsünüz. Yeğenim (şimdi asker) üç dört yaşlarındaydı. Birlikte kalıyorduk. Ben uzun iş seyahatlerine giderdim. O da benim türkü kasetlerimi dinlermiş. Yorgun argın eve geldim, kapıya koşarak geldi, karşıladı beni Ezginin Günlüğü’nün söylediği bir şarkıdan öğrendiği “amca atamam kendimi denize dünya güzel” dizelerini söyledi. Bende ne yorgunluk kaldı ne stres, kapıp onu başladım havalara atmaya. Bilmem anlatabildim mi?

Saadet: Bir hukukçu olarak tüm yetkiler sizde olsaydı, hangi yasayı onlardan yana oluşturur ve uygulardınız?

Murat: Çocukların sorunlarının yasalarla çözümlenmesini düşünmek sorunları küçümsemek olur ama yasa değişecekse ben çocuklardan önce ebeveynleri yoldan çıkaran yasaları değiştirmekle işe başlardım.

Saadet: Kızlarınızı büyütürken sizi ters köşeye yatıran ve “evet doğru söylüyor, ben bunu neden düşünmedim” dediğiniz bir diyalog var mı? Paylaşır mısınız varsa? (Ben de sıkça oluyor, bunu yapar mısın diyorum, ‘bunu bana yapmaya/söylemeye hakkın yok’ diyor mesela)

Murat: Var tabi ama en çok hoşuma giderek anımsadığım ve hak verdiğim, bizim boğuşma saatimiz, bizimle boğuşman gerekiyor diye ısrarla boğuşma ve oyun haklarına sahip çıkmalarıydı. Biz ikizlerle, sonra küçüğü ile birlikte, iki aşamalı bir oyun mutlaka oynardık. Birincisi klasik boğuşma, güreş, itiş kakışma. İkicisine ise canlandırma derdik. Ben bir yandan masal anlatırdım, bir yandan da masalı canlandırırdık. Birisi kurnaz tilki olur diğeri karga, karga olan dolabın üzerine çıkar ağzına peynir olarak düşündüğümüz bir şey alır, tilki olan onu kandırmaya çalışıp peyniri ağzından almak isterdi. Üç kız olunca ben yaşlı aslan olurdum. Uzanır yatağıma yatar, tilkiyi benim ayağıma av getirmesi için gönderirdim. Birisi tilki, birisi saf geyik, diğeri tavşan olurdu. Bir süre sonra sen hep yatmak için aslan oluyorsun diye işi çözdüler, aslan rolü dönüşümlü olmaya başladı. Ben de pes ettim. Demem o ki bana karşı haklarını hep savundular. Bazen üçü birden savundu. Ama savundular. Haklı olduklarında da geri adım attırmayı başardılar. Üstelik çok ince bir yöntemle, babalık karizmamı da çizmeden.

Saadet: Murat hocam siz bu hayatta en çok neyi sevdiniz? En çok ne mutlu etti sizi?

Murat: Hayatın kendisini sevdim diye kocaman bir laf edeyim. Somutlamam gerekirse, insan ömrünün geçiş dönemleri vardır. Bu topraklarda geçiş dönemlerinin mutlaka türküleri olur. Doğum, askerlik, nişan, evlenme, çocuk sahibi olma, ölüm, kayınpeder kayın valide olma gibi. Ölümün dışında insan bu dönemleri sağlıklı atlatmak zevkini çıkartarak yaşamak istiyor. Ölüm ise kaçınılmaz. Yeter ki sıralı olsun. Kendi doğumumu bilmem ama, bizim geleneklerimizi esnetip ismimi babamın takmış olduğunu öğrenince çok mutlu, ayrıcalıklı hissettim, halen de hissederim. (Ben Çerkezim, Çerkezlerde isim verme kültürü çok farklıdır ve baba isim takamaz). Tek başıma yaptığım, büyüdüğümü hissettiren işler beni mutlu etmiştir, evden ayrılıp geri dönüşlerim, aşık olmam, evlenmem, kızlarımın doğumu, avukat olmam, işimi iyi yaptığımda sonuçlarını aldığım anlar, Afyon’da turna balığı yakalayan bir işçinin eğitimde “turna balığı sevdim” dediğim için balığı İzmit’e kadar kendi yaptığı buz dolu straforlu paketle göndermesi, derste akide şekeri sözü geçince öğrencilerin ikinci derse akide şekeri getirmesi, Cahit Talas Sosyal Politika ödülü aldığım salona İzmit’ten otobüs tutup Ankara’ya kadar gelen öğrencilerimin birden salona alkışlarla girip verdikleri çiçek, çiçeğin üzerine yazdıkları yazı, sevdiklerimin beni anımsaması, bir dosttan gelen sıcak bir ses, yapılan bir espri şaka….saysam bitmez herhâlde.

Saadet: Sizinle konuşurken aklıma geldi, elbette sizin alanınız değil ama sormak istiyorum. Ben çocukla ilgili olumsuz olaylarda çıkan “bence” yeterli olmayan dava sonuçlarında çok üzülüyorum. Bazen üzüntü yerini endişeye de bırakıyor. En büyük hayal kırıklığım hukuka dair de N.Ç. olayıdır. Bir sürü kişinin tecavüzüne uğradıktan sonra davada birinin çıkıp “rızası var” dediği an yıkıldım resmen. Bu konulara girme niyetinde değildim ama bazen de üzerinden atlamamak ve hatta unutmamak gerekiyor diye düşünüyorum. Siz bu tip olumsuz söylem ve sonuçlarda ne hissediyorsunuz?

Murat: İnsanız, öfke duyuyor, kızıyor, zaman zaman karamsarlığa kapılıyoruz. Bu güne, gelecek güzel günlere olan inancımızdan beslenip, insanlaşma mücadelesine devam etmek gerek diye ayakta kalmaya çalışıyoruz.

Saadet: Gelelim zamane çocuklarına. Hani sürekli zıplayan ve yerinde duramayan oğlaklara. Onlara ne söylemek istersiniz?

Murat: Onları seviyorum. Gelecek onların ve her şey iyi olacak. Yeri geldi büyük şair Ahmet Arif’in dizeleriyle söylemek gerek:

“Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne – üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile,
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ?”
Saadet: Oğlak anne babalarına ne söylemek istersiniz peki?

Murat: Emanete sahip çıksınlar, çocukları için yaşamasınlar, kendileri için çocuklarıyla yaşasın, çocuklarının yaşamlarını ışıtmalarına izin versinler.

Saadet: Çok teşekkür ederim oğlak sohbetleri’ne katıldığınız için.

Şunlar da Hoşunuza Gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.