“Zogi” ve İnsanlık Hallerimiz

Herkesin mutlu olacağı farklı bir işi, uğraşı vardır muhakkak. Kimileri bunu farkeder ve kendine iyi gelen neyse ona yönelir; kimi de belki bir ömür anlayamaz kendiyle olan derdini. Tanımadan sevdiğimiz insanlar vardır, sadece hayat hikayelerinden saygı duyduklarımız gibi. İşte onlardan bir tanesi Julia Donaldson. Belki çocuklarından dolayı tanıyanlar vardır bu yazarı, ben ilk defa tanıyorum. Önce kitabını merak edip aldım çocuk kütüphanesinden, sonra yazarı nedir, kimdir diye bakarken biyografisine ve kendisi için hazırlanan web sayfasına (http://www.juliadonaldson.co.uk/index.php) takıldım. Her açılan sayfada ayrıca mutlu oluyor insan. Neden mi? Mesela üniversite eğitimi almış bu yazar, sokak tiyatroları yapmış, mesela çocuklar için şarkılar hazırlamış.

Çocuk kanallarına epeyce katkı sunmuş. Mesela hayatını bir adamla paylaşırken onunla beraber çocuk şarkıları yapmışlar. Ne güzel bir ortak yaşam hayalidir böyle. Beraber belgesel çeken, beraber müzik yapan, beraber bir işin ucundan tutarken keyif aldıklarından keyif verenlere dönüşmek hem şans hem de belki yoğun bir çabanın sonucu. Sayfada gezerken kitaba tekrar saygı duymam bundan. Bu kadın bir günlük hayatını anlatırken de keyifle anlatıyor her anını. Öyle ki hayata küsmüş/küstürülmüş nicelerimiz gibilerine yaşamdan bir parça sunmakla kalmıyor, o enerjisini okuyan olarak bizlere de bulaştırıyor. Kitabını açık söylemek gerekirse fazla iyimser bulmuş olabilirim ama çocuklar iyi olanı fazlasıyla hak ediyor zaten. Bu anlamda sorun yok, yaşamı ve yaşama kattıklarıyla iyimser zaten Julia. İş Bankası tarafından basımı yapılan ve Axel Scheffler tarafından resimlenen Zogi adlı kitap okul öncesi çocuklar için çok hoş bir kitap. Elbette okurken her sayfada duran ve düşünen, yaşadığımız dünyada nereye denk düştüğüne bakan veya bakmaya çabalayan okurlar için çoklu anlamları da var. Basit bir dille ifade edersek okul öncesi eğitim alan bir ejderhanın okulda öğrendikleriyle başlıyor kitap. Ama bir saniye, neden hemen sarıp sarmalıyor burada bile önce kendimce onu söylemek istiyorum; bu okulda öğretmen çocuklara yaşama dair ne varsa onu öğretiyor ama öncelikle kendi başlarına hayatta kalmaları için gereken temel şeylerden başlıyor. Ayrıca bir kez anlatıyor ve çocukları, yani yavru ejderhaları söyleneni denemeleri için kendi başlarına bırakıyor. Böyle okuyunca çocuğunun ödevlerini yapan ebeveynler geldi aklıma ve onları da bu ejderha sınıfına davet etmek istedim. Neyse dönüyorum hemen kitaba, yavru ejderhamız Zogi ana karakterlerden bir tanesi. Elbette yavru olmakla eşitleniyor tüm canlılar ve bu haliyle hepsi çok sevimli. Zogi de öğretmenin öğretmeye çalıştıklarını kendi başına denerken zorlanıyor, yaralanıyor ve başına türlü kazalar geliyor. Çünkü bir sene uçmayı denerken ağaca çakılıyor, ikinci sene kükremeyi öğrenirken sesi kısılıyor fazla bağırmaktan, üçüncü sene ağzından alevler çıkarmaya çalışırken kendi ateşiyle kanadını yakıyor. Kısacası hayat deneme yanılma yöntemiyle gelişiyor ama Zogi’yi farklı kılan ona her defasında yardıma koşan Prenses İnci. Elbette prenses olduğunu sonradan öğreniyoruz. Kabul edeyim prenseslerin işin içine girmesi azıcık “of yine mi” havası yaratsa da hikayeyi kaldığı yerden sarıyor yine yazar. Son ders olarak prenses kaçırma ödevini alan ejderhalar prenses avına çıkıyor. Bizim Zogi de yine başarısızlığa uğruyor ama ağaca çarptığında başına bant saran, sesi kısılınca kendisine pastil veren, kanadını yaktığında oraya bandaj yapan İnci yetişiyor imdada. Kendisini feda eder gibi görünerek Zogi’ye teslim oluyor ama aslında kendi özgürlüğüne doğru yola çıkıyor İnci. Zogi sevinçle ve sözümona prenses kaçırmış olmanın mutluluğuyla okula getiriyor İnci’yi. Elbette yıldızı da alıyor böylelikle. İnci burda diğer ejderhaların bakımlarıyla ilgileniyor ve hemen kaynaşıyor yeni yaşamına. Bir zaman sonra kendisini kurtarmaya Cesur Prens adında bir şövalye geliyor. İzlediğimiz veya okuduğumuz pekçok masalda, çizgi filmde maalesef kurtarılmayı bekleyen prenses ve onu kurtaran erkek motiflerini alt üst ediyor çok şükür ki bu kitap; çünkü İnci kurtarılmayı istemiyor. Öyle ki karşı karşıya gelen Zogi ile Cesur Prens’e söylediği sözler altın birer küpe olsun bu tarz kitap yazmaya devam edenlere. İşte şöyle diyor İnci; “DURUN, sizi şapşallar! Dünyada zaten yeterince kesik, yanık, bere var. Kurtarma beni! Geri dönüp bir prenses olmayacağım, O süslü püslü, aptal elbiseler içinde sarayda salınıp durmayacağım. Doktor olmak istiyorum ben. Dere tepe dolaşıp İnsanların dertlerini dinlemek, onları iyileştirmek istiyorum ben.” İşte bu; harikasın İnci, neden mi? Saçma sapan prenses rollerini terk ettiğin için, hayatının kurtarıcısı olmayı seçip kurban rolünü istemediğin için, her şeyden önemlisi yaşamın kıymetini bilip ne olmak istediğini görebildiğin için. Sunulan ve dayatılan tüm saçma rolleri seninle birlikte okuyucunun da atmasına vesile olduğun için. Elbette Julia, sayfalarca yazı yazıp da anlaşılması güç dillerde meram anlatma çabasından öte az söz ve olayla en net cümleleri ebeveynlere ve çocuklara ulaştırdığın için bir kez daha teşekkürler sana, kalemine sağlık. Peki ne oluyor dersiniz sonra, şövalyede aniden bırakıyor zırhını ve o da doktor olmak istediğini söylüyor. Zogi de uçan ambulansları oluyor. Hayat daha güzel ve anlamlı oluyor Zogi ve İnci ile. Yaşamdan yana kalem oynatan herkese gelsin bu kitap. Bir de hala çocuklarını hediye paketi yapıp prens, prenses rolüyle hayatı onlara dar edenlere. Yaşam sahiden bu iki seçenekten çok daha fazla ve güzel. Ali Berktay tarafından Türkçe’ye çevrilen kitap için diyelim mi daha fazla kitabını çevirin yazarın lütfen diye? Ben kendi adıma diyorum, lütfen daha fazlasını kazandırın Türkçe’ye.
 
Metnin Yayınlandığı Gazete için tıklayınız

Şunlar da Hoşunuza Gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.