Üç Zeytin, Bir Yoksulluk

Sabah kahvaltı tabağımı hazırladım. Haşlanmış yumurta, domates, salatalık, peynir ve 3 tane zeytin. Elimde bu ara Elastik diye bir kitap var ve orada bazı davranışlarımızın otomatiğe bağlanmış şekilde nasıl kendini tekrar ettiğini anlatıyor. O geldi aklıma. Ben neden sadece 3 zeytin yiyebiliyorum ve bunu çok nadiren değiştirebiliyorum. Sanki 3 taneden fazlasını yesem bir yerlerde yanlış bir şey yapmışım gibi bir his var içimde. Sonra o hissi takip ettim. Bu takip yeni değil, yıllar evvel bir arkadaşımla konuşurken farketmiştim. Efendim başıma ne geliyorsa annem sayesinde, annemin varlığı, edip eyledikleri ve ona karşı durmakla ve ona yaklaşmakla ilgili diyeceğim ama bu çok zor bir şey. Ayrıca annenin elini ayağını bağlayan bir şey aynı zamanda. Her şeye rağmen çocuklarında hasar bırakmamak için çırpınan başka bir canlı pek görmedim ama aslında bir sorun da bu zaten yıllardır. Neden babalar da bu anneye atfedilen roller kadar yer edinmiyor mesela söylemsel bazda. Birkaç yerde ısrarla çocuğun büyümesinde babanın rolü üzerine güzellemeler görünce içten içe sevinmiyor da değilim. Bunu eşim ve etrafımdaki babalara sıkça gönderiyorum. Hayır yani; evet, sorumluluklarımızı bilelim ve tüm manevi yükü sadece annede bırakmayalım eskilerin yaptığı gibi mesela. Bunları söylerken penguenler gibi eşiyle bu sorumluluğu eşit bölüşen erkekleri ayrı yerde tuttuğumu söylemek istiyorum. 

 

Neyse efendim, ben yine dağıldım. Hemen toplanıyorum. Bu zeytin meselesi annem nedeniyle kafama kazındı. Tek maaşın girdiği evlerden birisiydi bizimki de. Hepimiz aynı sosyal statüde olduğumuz için o zamanlar kendimi fakir gibi hissetmezdim. Arada gelen ve daha rahat yaşayan akrabalar ile yurtdışı misafirleri hariç tutarsak hepimiz sanki aynı gibiydik. Okulda da öyleydi. O nedenle şimdilerde mesela “Okula rengarenk kalemleriyle gelenlere sinir olurdum, hep gözüm kalmıştı, alan var almayan var, neden getiriyorlardı ki” dediğimde çok sevdiğim bir arkadaşım beni anlamamıştı ve “Ay ben de o kalemlerimle okula giderdim” dedi. Ben bunun bir zenginlik gösterisi olduğunu sanıyordum o zamanlar. O zamanlar dediğim de 80’li yıllar. Sonra mesela; özel okula bir çeşit sorunu olanların gittiğini düşündüğüm dönemlerdi. Çünkü bir kişi neden oraya gitmek istesindi. Ayrıca şehirde sadece bir tane özel okul vardı. Sonra yine o çok sevdiğim arkadaşım dedi ki; “Benim annem çalıştığı ve bana bakacak kişi sorunu yaşadığı için beni o okula vermişlerdi.” O zaman da duraladım. Kısacası hiçbir şey şimdiki gibi değildi. Şimdi herkes çocuğunu özele veriyordu ama aniden bu yıl ekonomik sebeplerle oralardan toplamaya başladılar çocuklarını. Sonra bir ton özel okul açıldı mesela aynı şehirde. Ayrıca okula renkli kalem götüren artık zengin kategorisinde algılanmıyor mesela. İşte benim çocukluğumda annem o tek maaşla geçim derdine düşmüşken ve bir yandan da kooperatife dahil olmuşken ev ekonomisini de ele almıştı. Hem 3 çocuk okut, hem kooperatife dahil ol, hem de yaşa. Bu arada o dönem şöyle bir söz vardı: “Birine beddua etmek istiyorsan Allah seni kooperatife soksun de” denilirdi. Sahiden zor dönemlerdi diye düşünüyorum annemi hayal edince. Bizler için de dediğim gibi hiç zor gelmiyordu ama mesela yıllık eğlencemiz yazları 2 kez gittiğimiz fuar ve belki o zamanlar suyuna girebildiğimiz Tavşancıl vardı. O da böyle tüpler, çaydanlar filan taşırdık ve birkaç aile beraber giderdik. Bende kalan, şen kahkahalar, espriler ve eğlence. Annemin yerine kendimi koyunca başka şeyler geliyor elbette aklıma ama onlar belki başka yazıya kalır. Yine dağıldım ama galiba biriken çok şey oluyor bu ara. Bunu yazarken çok daha büyük yoksulluklar yaşayanları asla düşünmüyor veya görmüyor değilim. Ben sadece sabahki kahvaltı tabağımdan yola çıkıp bir şeyler aktarma niyetindeyim. Annem o durumda bize çok ama çok iyi baktı, ayrıca çok da düzenli ve sağlıklı bir ortam sunmaya çabaladı. Her sabah mutlaka kahvaltımız olurdu ve orada annem farkında olmadan “3 zeytin yeterli, 10 tane de yeseniz aynı, 3 tane de yeseniz aynı, vitamini 3 zeytinle de alıyorsunuz” derdi. Bu söylem bilinçaltıma yerleşmiş olmalı ki ben hala büyük çoğunlukla 3 zeytin alırım kahvaltıda alırsam. Bu konuyu yıllar sonra eşimin babasının da olduğu bir yerde anlattım ve onlardan da benzer bir hikaye geldi. Kayınpederim şöyle anlattı: “Ben bir yere gittim ve kahvaltıda bir zeytini ağzıma attım, evin kızı aniden dönüp -gördün mü bir tane kocaman zeytini bir defada yedi- dedi.” Bunları hem gülerek, hem de gözümüzün kenarında saklı yaşlarla dinler, anlatır ve anarız. İşte tam da buralardan kuruluyor söylemler, davranışlar ve sonra kendimize dönüp baktığımızda görüyoruz neler olduğunu. Yıllar içinde hayattan öğrendiğim en temel şey, sevdiklerimizle, şen kahkahalarımızla ve sohbetlerimizle dünyanın en zengin insanları olduğumuz. Sevdiklerimizin sağlığı ve mutluluğu güç veriyormuş meğer bize.  Yine de 3 zeytin hikayesi kalsın burada. Bu satırları yazarken oda arkadaşım başlığa bir ilave önerdi ve onu da aldım, ayrıca bir de kitap önerdi. Kısacası paylaştıkça çoğalıyoruz bir yanıyla da ve bazen insan olma paydasında, bazen de yoksul büyüme paydasında buluşuyoruz. Bakalım bu yazı kimlere neleri hatırlatacak 🙂 

Şunlar da Hoşunuza Gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.