Çocuk Edebiyatı Ortak Paydasında “Yeşerdik” :)

Bazı günler “Bunu yazıya döküp kendimde ve blogda sabitlemem lazım” dediğim oluyor. Bugün de öyle bir gün işte. Bir çeşit günlük gibi kullandığım da oluyor bu blogu. Belki iç dökme de diyebilirim. Çocuk edebiyatından yola çıktığımda “O an bana iyi gelen neyse, onu da paylaşacağım” diye düşünmüştüm ve şimdi de o niyetle bilgisayarın başındayım. Korona öncesinde İstanbul Üniversitesi’nin Çocuk Edebiyatı Sertifika programını görmüştüm sosyal medyada. Pek çok olumsuzluğunun yanında alternatif bir mecra sunması/sunma potansiyelinde olması ve ortak paydadaki insanlarla beni buluşturması anlamında seviyorum bu alanı. İşte bu programı da aslında birebir tanışmasak da sosyal medya üzerinden tanıştığımız birisi sayesinde görmüştüm. Epey düşündüm dahil olmak için. Hatta birileri “Evet kayıt ol” desin diye etrafımdakilerle de paylaştım. Onlardan birisi de Türkiye’nin bir ucundaki bir ilinde görev yapan eşim oldu. Telefonda programı ve içeriğini paylaştım onunla ve o da kayıt olmam konusunda duymak istediğim şeyleri söyledi. Böylece benim için çok zor olacağını bilerek il dışındaki bu programa kayıt yaptırdım. Sonra araya korona girince bu program online oldu ve iyi de oldu 🙂 Üstelik sadece benim için değil, başka illerden ve yurtdışından (Almanya, İngiltere, Kıbrıs vb.) katılımcılara da büyük bir kolaylık oldu bu eğitim. Bu kısmı özellikle detaylandırdım çünkü bugün son buluşmamızdı ve konuk olarak Zehra İpşiroğlu vardı bizimle. O konuşmasında dedi ki; “Ben korona sürecinde dijital dünyayı coşarak karşıladım. Çok güzel bir projemiz var ve bunu dijital ortamda prova ediyoruz. Harika bir olanak verdi bize dijital dünya, mesela şu an sizlerle buluşmam da böyle bir şey.” Açıkçası onun bu kadar enerji dolu olması ve üretkenliğini dijital ortam sayesinde devam ettirmesi bana istenirse araçsal olarak kullanılan her şeyin artıya dönebileceğini gösterdi. 

Biraz uzun bir girizgah oldu ama süreçten bahsetmek istedim. Katılımcılar olarak çocuk edebiyatı ortak paydasında birleşmemiz bizleri bir anda yakınlaştırdı desem abartmış olmam sanırım. Eğitmen, bir kitaptan bahsedince konuşma kısmında hemen “Okudum, beğendim, çok severim, şu da güzel, bunu da tavsiye ederim” gibi cümlelerde birleştik en çok da. Sonraki ve asıl ortak paydamız da çocuklar için daha iyisinin nasıl olacağı üzerinde sesli düşünmelerdi. Hepimiz içimizdeki çocuğa ses verdik en çok da bu program süresince. Bunu ortaya çıkarması için de “Düş gücünü etkin kılan bir araç olarak masal anlatıcılığı” başlığıyla bizi Özlem Yılmaz bekliyordu. Önce o çok sevdiğim Frederick kitabını bizlere anlattı ve ikinci bölümde de bir atölye çalışması yaptı. O atölye çalışmasında katılımcıların yorumları ve hayal dünyası harikaydı.

 

Programı hemen eklemek istedim çünkü atlamak istemiyorum hiçbir ayrıntıyı. Bu eğitim sürecinde pek çok kitap not aldım. Bunlardan bazıları eve geldi hemen. Bazı konuşmacıları daha önce dinlemiştim ve bazılarıyla sosyal medya üzerinden sohbet etmiştim zaten. Bunları tekrar dinlemek oldukça güzeldi. Sedat Sever hoca, Fatih Erdoğan ve Marilena Taşçılar bunlardan birkaçıydı. Bununla beraber, her konuşmacı da yeni şeyler de eklendi elbette hepimize. Bazılarında küçük notlar alıp paylaştım sosyal medyada. Onları da eklemek istiyorum çünkü hepsi birbirinden güzel cümlelerdi. 

 
 

İtiraf ediyorum ki eğitmenler arasında yer alan ve yaş olarak bizden ileri olanların enerjilerine ayrıca hayran kaldım. Geçmiş tecrübelerini bugünün şartlarına göre o kadar güzel uyarlayıp konuşmalarını örneklendirdiler ki, onları dinlerken üzerimize arada sinen o sinik halden utandım doğrusu. Yapmak istedikleri kadar, projeleri de sohbetlerimize dahil oldu konuşmaları esnasında. Bunlardan birisi de Tekin Özertem oldu. İzmir Radyosu ve TRT geçmişi bile çok şey söylüyordu benim için.

Konuşmasını büyük bir heyecanla beklediğim bir başka kişi Marilena hocaydı. Sunumuna katılım için Küçük Prens ile Martılar kitabını okumamızı istemişti. Hemen okudum elbette diğer katılımcılar gibi. Onlardan kendime küçük notlar da çıkardım. Özgürlüğünü yaşamak isteyen ve sadece diğerlerinden ayrı düşündüğü için ötekileştirilen kuşun öyküsünde daldım gittim ara ara. Bibliyoterapi uygulamalarında çocuk edebiyatı konulu sunumunu keyifle dinledim hocanın. Zamanı kullanmak kadar, dijital ortama hakimiyeti de ayrıca güzeldi. 

Küçük Prens’i biliyordum elbette ve okumuştum ama Martı kitabı için bile olsa teşekkür etmek istediklerimden oldu hoca. Sadece o değil, elbette çocuğu her taraftan sarıp sarmalayan ve onlar için iyi olanı isteyen tüm eğitmenler ve katılımcılar için de geçerli o teşekkürüm. Bu arada bir itirafta daha bulunmak istiyorum o da Şükran Kahraman Dilidüzgün hocanın sunumunda bir an dehşete kapıldığım gerçeği 🙂 Bir metin için 15 gün çalıştığı zamanlar olduğunu söylemesi bir yana, verdiği örneklerde bildiğiniz metni, delik deşik etmişti Şükran hoca. Yazar olanlar onun o metinlere neler yaptığını görse belki kalem oynatmaktan korkar diye geçti içimden 🙂 Şaka bir yana, her yönüyle bir analiz nasıl yapılır sorusunun cevabıydı o sunum. Bir de eşi Selahattin hoca ile diyalogları ayrıca insanın içini ısıtıyordu. Benzer telaşlarda insanların tartışacak, konuşacak ve birbirini besleyecek ne çok şey var diye düşündüm ikisini aynı karede izlediğimde.

Yine bir başka sunumda da Duygu Aydın Gönül bize sessiz kitapların dünyasından seslendi. Çocuk Edebiyatı Okuma Uygulamaları adlı sunumunda çocuk dünyasının güzel, umut verici ve yaşam dolu dünyasından bahsetti. Girişte izlediğimiz “Alike” filmi sözsüz de ne kadar çok şey anlatılabileceğini, hatta içine söz girse ahengin nasıl bozulabileceğini çok güzel örnekleyen bir seçimdi. Daha önce de izlemiştim ve etkilenmiştim, bu sefer de öyle oldu. 

Yandaki görselde de hissedeceğiniz gibi çocuk dünyasının tüm neşesi, heyecanı ve güzelliği karşılıyor aslında bizleri. Bu programın bana ve bence diğer katılımcılara da iyi gelen yanlarından birisi de buydu. Nitelikli çocuk edebiyatı ürünlerinden bahsetmek, onlar üzerine konuşmak ve tartışabilmek. Öğretmenlerin çoğunlukta olduğu katılımcıların öğrencileri için çabalarına ve bu programa dahil olma niyetlerine ayrıca mutlu oldum. 

Program boyunca çok şey geçti zihnimden. Örneğin katılımcılar arasında yer alan öğretmenlerin çocukları iyi kitaplarla tanıştırma telaşları ve bunların hiç farkında olmayanlar. Yine çocukların aslında başından itibaren içinde bulundukları eşitsizlik durumlarının nasıl da can yakıcı olduğu. Oysa eğitim, sağlık gibi alanlarda eşit olmaları onların doğuştan sahip olmaları gereken haklar arasındaydı. Çocuk Hakları geçti elbette aklımdan. Türkiye’deki süreci izlemek ve bu alanda yapılan çalışmaları duymak güzeldi ve çoğalarak devam etmesi dileğimdi elbette. Yine bununla beraber katılımcılar arasında yer alan psikolog arkadaşların, yayınevlerinden dahil olanların yorumları ve farklı branşlardaki öğretmenlerin paylaşımları çok seslilik anlamında önemliydi. Vedanın yapıldığı bugün online bir sınava girdik ve sonra da Zehra İpşiroğlu’nu dinledik. Onun Düş Hırsızlarına Karşı adlı kitabını okuyarak dahil olduk bu sohbete. Tıpkı o kitapta bahsedildiği gibi içimizde ve bizim dışımızdaki sebeplerle yapmak istediklerimizi engelleyen tüm korkuların yok olması dileğiyle bu yazıyı sonlandıracağım ama kısa bir açıklama ile. O da şu; katılımcılar kadar program koordinatörü Selahattin hoca ve bize bu olanağı sağlamak için çabalayan sürekli eğitim merkezi müdürü Tuncer hoca da söyledi bu programın nasıl kendileri için güzel ve verimli geçtiğini. Biz katılımcılar da aynı dili konuşan bir avuç insan olarak hissettik kendimizi. Uzman Psikolog Ceyda Yanar ayrılırken “Ben yeşerdim bu program sayesinde” dedi ve başlıktaki “Yeşerdik” kelimesi ondan alıntıdır. Çünkü galiba halimizi en iyi ifade eden kelime buydu. Bugün elimde yine bu programda tavsiye edilen Otuz Milyon Kelime ve Neden Çocuk Kitapları Okumalıyız kitapları var. Ne diyelim, daha fazla yeşerip, dallanacağımız ve gölgemizin işe yarayacağı zamanlara…  

Şunlar da Hoşunuza Gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.