Arkeopark Açık Hava Müzesi ve Çocuk :)
“Oğlaklar Radyoda” programının son konuğu Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ayşe Tuba Ökse’ydi ve konuşmanın bir kısmında Bursa’da bulunan arkeoparktan bahsetmişti. O zamana kadar haberimin olmadığı bu alanı görmek o program gününden beri aklıma girmişti. Böylece üç kardeş ve altı çocukla Bursa’nın Nilüfer ilçesinde bulunan ve bizleri 8500 yıl öncesine götüren Aktopraklık Höyük Arkeopark ve Açıkhava Müzesi’ne gittik. Ayşe hoca konudan bahsederken çocukların kazı ve kil yapımına dahil olduğu etkinliklere de yer verildiğini belirtmişti. Ben de telefonla ulaşarak randevu aldım ve alanın yolunu tuttuk.
Her şeyden önce müze görevlilerin son derece nazik ve ilgili olduklarını belirtmem gerekiyor. Telefonla ulaşarak her soruyla ilgili detaylı bilgilendirmeleri gerçekten alışık olmadığımız türden bir ilgi ve güzellikti. Gittiğimizde de aynı ilgiyi sürdürdüler. Hatta yaşları üç ile 13 arasında değişen beş çocuğun atölye çalışmasında güvenlik görevlisi gelip üş yaşındakine kil yapımı konusunda yardım etti ve birebir ilgilendi. Yine kazı çalışması sırasında çocuklarla eğlenerek onlara rehberlik etmeleri oldukça keyifliydi.
Gelelim 8500 yıllık serüvene. Öncelikle açık hava müzesi olması çocuklar için çok daha iyi bir seçim ve bizler için şans. Girişte bölgenin tarihi hakkında bilgi alıyoruz ve mekanın maketi üzerinden gezeceğimiz yeri görüyoruz. Sonrasında da köy kahvesi, ahır, odunluk, su değirmeni, çeşme, ekmek fırını, ambar, demirci atölyesi gibi alanların olduğu evleri gezmeye başlıyoruz.
Bu evler 4000 yıldır ayakta ve hala güzeller. Çocuklar ve biz de tarih ile bugün arasında bağ kurmaya çalışıyoruz ve o zamanın insanlarının yaşama şekillerini keyifle izliyoruz.
Her biri birbirinden heyecan verici bu mekanları gezerken içeride bizleri hoş sürprizler de karşılıyor. Maketler, çocuk figürleri, köy yaşantısına dair materyaller içinde bulunduğumuz zamandan uzak ve tılsımlı gibi geliyor hepimize. Çocukların toprağa gömülü olan çanak çömlek parçalarını aradığı kısım ile kilden yapılan eşyalar da onların tarihle bağ kurmalarını sağlamayı amaçlıyor.
Tarihsel materyalleri koruma ve kültürel mirasa sahip çıkma bilincini oluşturmaya niyetlenen bu örnek çalışmalar çocuklar için son derece eğlenceliydi.
Neolitik ve Kalkolitik dönemlere ait ayrı sergileme alanları doğayla iç içe geçireceğiniz bir günü de müjdeliyor aslında ziyaretçilerine. Bir evden diğerine, bir sergileme alanından diğerine geçerken solduğumuz havayla beraber insanlık tarihinde nasıl da küçük bir yer işgal ettiğimi düşünüyorum kendi adıma. Diğer ziyaretçilerde nasıl hisler bırakıyor bilmiyorum ama bir haftasonu çocuklarla beraber ve onların tepkileri eşliğinde bu mekanı ziyaret etmek bence güzel olur. Örneğin beş yaşındaki yeğenim kazı alanında çanak çömlek ararken “Abi kırmızı bir şey bulmamızı istiyor, ona bakıyorum” diyordu 🙂 Sabır gerektiren bir süreç bu kazı çalışması aynı zamanda ve bizim kuşak çocuklarına uzak bir deneyim. Bu anlamda da bir deneme aslında.
Değirmenin olduğu yer, dokuma atölyesindeki tezgah ve ambar kadar arkeolojik verilerin sıralandığı görsellerden oluşan giriş alanı da aynı ilgi ve merakla izlenebiliyor. Köy yaşantısını yaz tatillerinde deneyimleme şansını yakalamış birisi olarak bazı materyalleri bizim köydekilere benzettim ve sanki kendi köyümdeymişim gibi hissettim. Ayşe hoca radyo programında şimdiki insanların eskisi gibi dayanıklı ve sağlıklı binalar yapmadığını, onların doğayla daha fazla uyum içinde olduklarını söylemişti. Bu alanı gezdiğinizde bu söylemin nasıl da doğru olduğunu bir kez daha fark ediyorsunuz. Ayrıca 8500 yıl önceki yaşamın izlerini sürerken bizden sonra geriye ne kalacağını da düşünmeden edemiyor insan. Kısacası sizi gündelik hayatın hırsı, egoyu ve kaosundan arındıran ve insanlık denilen kavramı sorgulatan bu güzel deneyim için emeği geçen herkese teşekkür etmek gerekiyor ve ben de bu yazıyla o teşekkürü yapmış olayım 🙂
Son Yorumlar