Çocukların yüreklerindeki heyecana ortak olmak isteyen Saadet Tabakçı Öğretmen “oğlak sohbetleri”nde :)

Yeni bir eğitim-öğretim yılı daha başlıyor ve ailelerde tatlı bir telaş hakim yine. Ne güzel şey, çocuğunu güven ve huzur içinde emin ellere teslim etmek/edebilmek. Sizin için en değerli varlığınızın, işinin ehli insanlarla yola devam etmesi bir şans aynı zamanda. Mesleğinde yirminci yılını geçen, sınıf içindeki motivasyonunu arttırmak için drama, satranç, çocuklarla felsefe, disleksi eğitimleri alan ve psikoloji yüksek lisansı yapan Saadet Tabakçı öğretmenimin “Duygu dünyalarında bir yerim olacak kadar onlara yakın olmak, dokunmak ve küçücük yüreklerindeki heyecana tanıklık etmek istiyorum. Tahtaya çıktıklarında çoğu kez onlara sarılır ve yürek atışlarını duyarım.” sözleri benim ruhuma iyi geldi. Eğitim, eşitlik, akran zorbalığı, istismar, öğretmen olmak, veli olmak ve daha bir çok konudaki sorularıma gelen yanıtlarla sizlere de iyi gelecek diye düşündüğüm söyleşiyi okumak için devam etmeniz yeterli 🙂 

Saadet Sevinç Doğan:Saadet öğretmenim merhaba. Hoş geldiniz “oğlak sohbetleri”ne. Nasıl bir duygu “öğretmen” olmak? Siz bu mesleği isteyerek mi seçtiniz? Ayrıca yeni bir eğitim dönemi daha başlıyor. Nedir kendi içinizdeki sizi motive eden cümle/söz?

Saadet Tabakçı: Merhabalar. Hoş bulduk. Öğretmen olmak, bazen yaratmak bazen inşaa etmek gibi bir duygu benim için. Severek yaptığım bir meslek çünkü, her gün birbirinden farklı bizim mesleğimizde. Bu farklılığı zenginlik olarak görünce insan olarak siz de zenginleşiyorsunuz tabi ki.
 
Sevinç Doğan: Sizi ilk kez bir yayınevinin (Günışığı Kitaplığı) etkinliğinde dinlemiştim. O etkinlikte öğretmenler(özel ve devlet okullarında görev yapan öğretmenler vardı konuşmacılar arasında) öğrencileri ile okuma pratikleri üzerine paylaşımlarda bulunuyordu. Çokça şey geçmişti zihnimden o etkinlikte, bazılarında çok duygulanmıştım, bazılarında da çocuklar arasındaki eşitsizliğin nasıl da onların cümlelerine yansıdığını gördüğüm için hüzünlenmiştim. Sizin sunumuzda da çokça duygulanmıştım. Diğer okullara göre daha zor şartlarda eğitim alan öğrencilerle bir arada eğitim hizmeti verirken neler yaşıyorsunuz mesleğinizde? Biraz anlatır mısınız?
 
Tabakçı: Teşekkür ederim, sunumu bu kadar içten ve duyarlı takip ettiğiniz için. Ben şartların zor olmasını önceliğim olarak almıyorum. Tabi ki zor ve eksikleri ile sizi yoran bir çevrede görev yapıyorum. Ama bu aynı zamanda öğretmen olarak bana kendi potansiyelimi, yaratıcılığımı arttırma imkanı da veriyor diye düşünüyorum. Üstelik ülkemizde bizlere imkansızlıklara rağmen nasıl başarılacağını gösteren bir “Köy Enstitüleri’’ örneğimiz var.
 
Sevinç Doğan: Neyi vermek istiyorsunuz çocuklara? En çok neyi öğretmek istiyorsunuz?
 
Tabakçı:Öğrencilere, En çok okumayı, anlamayı ve sonrasında sorular sormayı öğretmek istiyorum. Sorun çözme becerisi konusunda model olmayı da eklemeliyim.
 
Sevinç Doğan: Eğitim sisteminin çok büyük çıkmazları ve sorunları var. Bunları inkar edemeyiz. Ancak siz bunlara rağmen/bunlarla birlikte yolunuza kaldığınız yerden devam kararı alanlardansınız. Size mesleğinizi yaparken en iyi gelen duygu nedir?
 
Tabakçı: Öğrencilerdeki, zihinsel gelişmeyi gözlemenin verdiği geleceğe, geleceğimize güven duygusu.
 
Sevinç Doğan: Açık söylüyorum özellikle ilköğretim döneminde çokça sevilen, değer verilen ve el üstünde tutulan bir öğrenci oldum. O dönem bir olay yaşamıştık ve yıllar sonra bunun diğer öğrencilere haksızlık olduğunu fark ettim. Bunu paylaşmak istiyorum sizinle de. Sınıfta küçük bir kütüphanemiz vardı ve içindeki tüm kitapları o dönemki öğretmenimiz (ilkokulda çokça öğretmen değiştirdim ve bu konuyla ilgili isim vermek istemedim şimdi) beni ve sınıfta yine çalışkan bir arkadaşımı çağırdı. Bize tüm kitapları hediye etti. Mutluluktan uçuyorduk ikimiz de. Diğer arkadaşım şimdi öğretmen oldu. Bu kitaplar arasında birer tanesi bez ciltli ve karton kapaklıydı. Bulunduğumuz okul, mekan ve dönem için bize verilen en güzel hediyelerdi. Seneler sonra o arkadaşımla yine sosyal medya üzerinden bu kitaplardan bahsederken sınıfımızdan bir başka arkadaşımız “Evet ben o zaman da neden sadece size bu kitaplar verildi anlamamıştım, hala da anlayamıyorum” demişti. İtiraf ediyorum; başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Açıkça diğer öğrencilerden ayrılmıştık ve bunun bilindiğini de bilmiyorduk. Kısacası diğer öğrenciler gözden çıkarılmıştı veya farkında olmayarak da olsa istismara maruz kalmışlardı. Şimdi ki aklım olsa neden hepimize dağıtmadı öğretmen diye sorardım ve farklı davranırdım. Ama sadece 3. sınıf öğrencisi olarak kavrayamamışım o dönem bu ayrımcılığı. Çok sonraları katıldığım bir panelde aslında öğrenciler arasındaki ayrımın da önemli ve üzerinde durulması gereken bir istismar olduğunu anlatıyordu bir öğretim üyesi. Şimdi hem bir veli, hem de anne olarak tek dileğim tüm öğrencileri kucaklayan öğretmenlerin olması ve tüm çocukların eşit bir muameleye maruz kalması. Siz neler söylemek istersiniz? Farkında olmadan başarılı gördüğünüzü fazla destekliyor olabilir misiniz? Ya da tam tersi durumda kalıp “o zaten yolunu bulur, ben diğerlerine konsantre olayım” diye mi bakıyorsunuz? Ya da hepsinden güzeli eşit davranabiliyor musunuz? Samimi olarak arada kaldığınız duygular varsa paylaşır mısınız? Sorumluluğu ve vicdani yükü çok ağır bir meslektesiniz.
 
Tabakçı: Bazen bir öğrenci kendiliğinden sevdirir sanki kendisini. Hem öğretmene hem okul arkadaşlarına. Bu çokça yaşadığımız bir durum aslında. Ama ben öğrenciler arasında empatinin olmasına özen gösteririm. Benim de kişisel olarak yaşadığım bir durum bu. Ortaokulda okulun voleybol takımındaydım. Takımda servislerim sürekli sayı olarak dönüyordu. Bizi çalıştıran hocalarımız, okul müdürü bu yeteneğimden dolayı beni ayrı tutuyorlardı. Hatta diyebilirim ki takım en çok da benim sayılarımla il birincisi olmuştu. Yani, takımın ve hocanın gözde öğrencisiydim. Yıllar sonra bunun yanlış olduğunu anladım. Herhangi bir özelliği ya da yeteneğinden dolayı ayrıcalıklı tutmak onu yalnızlaştırıyor da. En kötüsü de EKİP OLMA duygusunu, becerisini olumsuz etkiliyor. Eşit davranmadığımı fark ettiğimde, empati olmadan ne öğretimin ne eğitimin olmayacağını düşünüyorum hemen. Bu benim pusulam gibi oldu diyebilirim. 
 
Sevinç Doğan: Geliyorum bir başka konuya. Sizin yaşadığınız coğrafyada nasıl işliyor süreç bilmiyorum ama benim bulunduğum ilde ve etrafımda çokça ebeveyn çocuğu ile var olmaya çabalıyor. Çocuklarını proje olarak görmeyi bırakın, yarış içindeki dünyalarına da maalesef kurban veriyorlar çocuklarını. Veli grupları diye gruplara daha okulöncesinde dahil oluyorsunuz ve bir grup insan tarafından gerekli gereksiz bir sürü şeye maruz bırakılıyorsunuz. Bir öğretim üyesi hocam “Hiç kusura bakma ama 80 sonrası ebeveynler narsist çocuk yetiştiriyor” demişti de büyük oranda haklılık vermiştim kendisine. Aynı dertten muzdarip olarak soruyorum; veliler sahiden ilgili mi, yoksa kendi hırsları peşinde mi koşuyorlar? Bir öğretmen olarak sizce önemli bir sacayağı olması gereken veliler sanki tüm sac ayakları rolünü mü üstleniyor? Açıkçası ben veli grubundan da endişe ediyorum; bireysel deneyimimizde hem sürekli öğretmene hediyeler alan/almak isteyen(üreten, düşünen veya çocuklara rol bırakan değil) ve sizi de bunu yapmaya zorlayan kişilerle karşılaştım okul öncesinde. Ayrıca daha okulöncesi çocuğunun sınıfındaki, okulundaki, ilçedeki ve ildeki başarısını çıkaran öğretmen bir veliyi dinlediğimde şok oldum. Neden bu haldeyiz sizce? Doğru bunca netken neden ondan sapmak bu kadar kolay? Görüşlerinizi merak ediyorum bu konularda.
 
Tabakçı: Hemen söylemeliyim ki, öğretmene hediye verilmesine çok ama çok karşıyım. Bunu yaşadığım bir deneyimle anlatmış olayım. Öğretmenlikte 20 yılımı çalışıyorum. Bu 20 yılın tamamı köy ve sosyo-ekonomik düzeyi düşük olan bölgelerde geçti. Halen de devam ediyor. Maalesef demeyeceğim çünkü bana göre, yaşadığınız yer değil yaşadığınız yerdeki duruşunuz belirler sizin asıl değerinizi. Bundan 5-6 yıl önce bir öğretmenler gününde öğrencilerimden biri geldi ve “Öğretmenim özür dilerim, size öğretmenler günü hediyesi alamadım.’’ dedi ve ben utandım çocuklara böyle bir cümle söyletecek kadar öğretmenler gününü hediye ile ilişkilendirmiş olunmasından. Bu belki çok insani duygularla verilen küçük hediyeler de olsa bazen küçük bir çocuk için acı bir gün olabiliyor. Öğrencilerime her zaman asıl hediyenin kendileri olduğunu söylerim.
 
Velilerin bu kadar sınıf içi uygulamalara el atıyor olmasını, biraz da öğretmenin sınırlarını esnek tutmasından kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Yine bir örnek anlatayım. Öğretmenliğimin ilk yıllarında bir veli sürekli gelip kızının sınıfta nerede oturması gerektiğini nasıl oturursa dersi daha iyi anlayacağını tekrar edip duruyordu. Birkaç kez dinledim onu dikkate aldığımı göstermek adına, ama baktım ki sınıftaki oturma düzenini tamamen kendisi belirlemek istiyor o zaman “Bakın ben akşam evde ne yemek yapacağınıza, evdeki masayı nereye koyacağınıza karışmıyorum siz de benim düzenime karışmayın ‘’dedim 🙂
Velilerin çoğunun çalışıyor olması belki çocuklarına yeterince zaman ayıramadıkları duygusu veriyor olabilir. Bu, onlarda sanki kaygı yaratıyor. Bu kaygı ile saçayağının üçlü yapısını gözden kaçırıyorlar gibi.
 
Sevinç Doğan: Bir çocuğun en masum, en güzel ve en saf dönemlerine eşlik ediyorsunuz. Zorlandığınız oluyor mu? Onlarda nasıl bir iz bırakmak istiyorsunuz en çok?
 
Tabakçı: Okul bittikten sonra ne öğrendiklerinden çok okul, kitap, öğretmen, arkadaşlarım dediklerinde neler hissedeceklerine odaklanıyorum aslında. Akademik bilgi eksikliğini tamamlayacak imkanlar mutlaka vardır ama bu saf ve temel dönemlerindeki duygu kaybını telafi edecek geri dönüşler yok maalesef. Duygu dünyalarında bir yerim olacak kadar onlara yakın olmak, dokunmak ve küçücük yüreklerindeki heyecana tanıklık etmek istiyorum. Tahtaya çıktıklarında çoğu kez onlara sarılır ve yürek atışlarını duyarım.
 
Sevinç Doğan: Biraz anlatır mısınız birinci sınıfta elinize gelen çocuklarda izlediğiniz yolu?
 
Tabakçı: Ben genellikler öğrencilerin anne ve babalarının ne kadar değerli olduğu üzerinden hareket ederim. Sınıfı benimsemeleri için düzenlenmiş sınıfı bile onlarla tekrar düzenlerim. Kitapları severek yerleştirir ve ne kadar canlı olduklarını dolaba koyduğumuz kitapların bizleri ertesi güne kadar özleyeceğini davranışlarla gösteririm. Zaten ben de bir canlı gibi severim kitapları ve kitap okumayı. İki yıldır düzenli olarak devam ettiğimiz bir kitap grubumuz bile var. Birbirlerine yabancı olmamaları için çok çaba sarf ederim. Çünkü tanımadığın insanı sevemezsin gibi gelir bazen. Onlara ortak yönlerini sık sık hatırlatırım. Hele okumaya geçen öğrencilerin heyecanını paylaşmak ayrı bir tören sınıf içinde. Okumaya geçmiş olan öğrencinin o günü kutlaması, annesi ya da babasının sınıfa gelmesi benim için önemli, değerli. O gün öğrencinin velisini sınıfa davet ederim. Öğrencinin annesi öğretmen masasında oturur. Sınıftaki çocuklara, çocuğu ile ilgilendiği, okumaya geçmesindeki katkısı için teşekkür eder alkışlatırım. Sonra öğrenciye bir metin okutur kurdelasını yakasına takmış olurum. Bir sonraki gün o öğretmen masasında oturur ve arkadaşlarının defterlerine benim yerime yıldız atarJ Sene sonuna yakın zamanda ise aynı töreni yaparız. Geç de olsa, güç de olsa başardı, anlamlı olan bu.
 
Sevinç Doğan: Kendi öğrenciliğinize döndüğünüzde neler karşılıyor sizi? Size o dönemden kalan en güzel ve en kötü duygular nelerdi?
 
Tabakçı:Kötü ve iyi duyguyu aynı olay üzerinden anlatmış olayım. Ortaokulda birinci sınıftayken daha senenin başındayız. Sınıfta çok gürültü var. Bir öğretmen geldi ve bizlere çok da sormadan birer tokat attı. Her ne sebeple olursa olsun şiddetin hiçbir türlüsü kabul edilemez ve haksızlığa uğramış olma duygusu ağır bir duygudur.  Bu duyguyu çok net hatırlıyorum. Biraz sonra aynı hoca geldi sanırım vicdanen rahatsız oldu; bizlerden özür diledi. Bu olay bana hata yapmak kadar, özür dilemenin ne kadar anlamlı güzel olduğunu öğretmiş oldu. Bazen, kontrolümüzü istemeden kaybetmiş olabiliriz(asla şiddeti normalleştirici davranış veya sözden bahsetmiyorum) düşüncesiz, saygısız davranmış olabiliriz ama bunu telafi etmek çoğu kez elimizde diye düşünürüm hep. Bu beni hata yapar mıyım endişesinden uzaklaştırdı. Hata yapabiliriz ama bu hatayı onarabiliriz de. Hata yapmak bile geliştirici olabilir belki.
 
Sevinç Doğan: Çocuk edebiyatı eğitiminizde nerede duruyor ve nasıl bir değerlendirmeden geçiriyorsunuz kitapları?
 
Tabakçı: Çocuklarla felsefe eğitiminden sonra daha bir özen gösteriyorum çocuk kitaplarına. Maalesef ucuz fiyatla satılan niteliksiz kitaplar çok fazla. Veliler çoğu kez yeterince incelemeden alıyorlar bu kitapları. Çocukların, yazarları tanımasını önemsiyorum. Okumadan hiçbir kitabı sınıf kitaplığına almıyorum. Ayrıca geçen yıl başlattığım bir çalışma var. Kitap okumadan önce kitapla ilgili çocuklara sorular soruyorum. Kapağı nasıl, resimleri, yazıları… Sonrasında okumaya başladığımızda kahramanları ve anlatılan olayları konuşuyoruz. İstiyorum ki şimdi den bir kitap okurken neler öncelikleri olacak görsünler. Mutlaka, ister istemez piyasada satılan, ucuz ya da yaşlarına uygun olmayan kitaplarla karşılaşacaklar. En azından kendilerince bir ölçüleri olsun.
 
Sevinç Doğan: Sosyalleşmenin en önemli alanlarından bir tanesi okullar. Günün önemli bir zamanını okulda geçiriyor çocuklar. Biz hep masumiyeti dillendiriyoruz çocuklukta ama orası aynı zamanda bir mücadele alanı. Akran zorbalığı yaşanıyor mesela sınıflarda. Öğretmenler ve okul yöneticileri bu konuya mesafeli yaklaşsa da son dönemde bu konudaki farkındalık arttı. Örneğin, 9 yaşındaki bir çocuğun akran zorbalığı nedeniyle intihar ettiği haberini okumuştum ve buna maalesef yenileri ekleniyor. Neler söylemek istersiniz bu konuda? Sınıfınızdaki sorunların çözümünde ne kadar rol kalıyor size? Ben çocuk edebiyatında da artık bu konuların ele alındığını görmekten mutlu oluyorum; çünkü bir çeşit durum saptaması yapmamıza ortam hazırlıyorlar. Gönlümden geçen öğretmenlerin ve öğretmen adaylarının da bu alanlarda eğitimden geçmeleri. Siz mesela, bu konularda kendinizi nasıl besliyorsunuz?
 
Tabakçı: Geçen yıl sınıf panomuzda sene boyu asılı olan yazı “Sen olsaydın neler hissederdin?” yazısıydı. Empati kurma becerisini geliştirmeyi çok ama çok temel olarak görüyorum. Çoğu kez öğrencilerimin’’ sen onun yerinde olsaydın ne hissederdin söylesene’’ dediğini duyuyorum sınıfta. Tabi akran zorbalığı biraz da toplumdan ve aileden beslenen bir konu gibi. Çocuk zorbalığı, zorba olmayı ya da zorbalığa maruz kaldığında pasif kalmayı nerden ve nasıl öğreniyor, bunu göz ardı etmemek lazım.
 
Sevinç Doğan: Okula ilk gün başlayan çocuk ile okulun son günündeki çocuk arasında nasıl bir fark gözlemliyorsunuz? Daha doğrusu görmek istediğinizi görebiliyor musunuz?
 
Tabakçı: Kendi öğrencilerim için gözlemlediğim, sene başındaki çekingenliklerinin yok denecek kadar az olması. Özellikle öğretmen, idareci ve okul çalışanlarına karşı yakın olmaları, onları gördüklerinde “günaydın, merhaba, nasılsın’’ diyebilmelerini önemsiyorum. Bunu hepsinde olmasa da ara ara görmek güzel. Okul çalışanına koridorda “Kolay gelsin Serkan abi” demeleri sevindirici. Okul ilk başlardaki yabancı oldukları mekandan farklı bir yer demektir bunu yapabildiklerinde.
 
Sevinç Doğan: Mekan ve buna bağlı olarak sosyal, kültürel ve sanatsal etkinliklere öğrencilerinizin erişimi açısından nasıl bir durumdasınız? Teknoloji size nasıl yardım ediyor bu konuda mesela?
 
Tabakçı: Bizim okul olarak imkanlarımız sınırlı ama ben ve bir başka öğretmen arkadaşım ile her yıl kendi imkanlarımızla çocukları Mersin Devlet Opera Bale’sinin çocuk oyunlarına mutlaka götürüyoruz. Okulumuzda sayı olarak az da olsa projeksiyon var kullanmaya çalışıyoruz. Daha önceki yıllarda öğrencilerin yaşadıkları çevreye, şehre yabancı kalmamaları adına proje çalışmaları yaptım. Örneğin, yaşadığı şehirdeki heykelleri tanıtmadan yola çıkarak yıl boyu uyguladığım bir proje çalışması oldu. Devamında müze ve Mersin Üniversitesine geziler düzenledim. Kütüphaneye mutlaka yıl içinde gidiyoruz. İmkanların kısıtlı olmasına rağmen.
 
Sevinç Doğan: Eğitimde yaratıcı etkinlikler içindesiniz. Neler söylemek istersiniz öğretmen adaylarına?
 
Tabakçı: Öğrencilerdeki yaratıcılığı fark etmek bence öğretmenleri de motive edecektir. Öğretmenlik, öğrencilik gibi geliyor bana. Her zaman öğrenmeye hazır olmak demek. 20. yılımı çalışıyorum. Birçok eğitim aldım hala da alıyorum. Drama, satranç, çocuklarla felsefe, disleksi eğitimleri sınıftaki motivasyonumu çok besliyor. Yıllar önce bir atölye çalışmasına katılmıştım. Değişik ülkelerden gelmiş öğretmelerle yapılan bir çalışmaydı. Öğretmenlerin yüksek lisans yapmış olması en çok dikkatimi çeken şey oldu. Öğretmenlerden biri, ülkesinde devlet okuluna geçebilmesi için yüksek lisansını tamamlaması gerektiğini söyledi. Bu çalışma sonrası ben de psikolojiden yüksek lisansımı yaptım. Okullarda çokça sorun olan matematik kaygısı üzerinde çalıştım. Eğitim, kongre, sempozyum ve konferansları hem deneyim paylaşımı, hem donanımı artırma açısından besleyici.
 
Sevinç Doğan: Bir çocuk neleri bilerek gelmeli sizce birinci sınıfa? Yani, asgari düzeyde beklediğiniz şeyler nelerdir? Helikopter ebeveynleri düşünerek soruyorum bu soruyu. Kim nerde hata yapıyor görebilmesi açısından da elbette? Dolayısıyla velilere düşen görevler nelerdir bu aşamada?
 
Tabakçı: Akademik bilgi yüklenmiş olarak gelmemeli öncelikle. İletişim kurabilmesini çok önemli buluyorum. Çünkü, mutlaka yeni girdiği bir ortamda sorunlar yaşayacak ve bunu dile getiriyor olabilmesi gerekir diye düşünüyorum. Küsen ,ağlayan bir çocukta eksik olan akademik bilgi değildir ki. Yeterince dinlenilmemiş olması belki de. Çocuklar, anne-babalarının çocuklukta yarım kalan projelerini, heveslerini tamamlayacak küçük canlılar değil. Bir de naçizane önerim; çocuğunu 1.sınıfa gönderecek olan her ebeveyn “KAYGILI VE KORKAK BAĞLANMA” konusunda kendilerini bir tanısınlar.
Eğer kendileri ile ilgili olarak öğretmene, diğer velilere, okul idaresine, diğer öğrencilere, topluma bir mesaj vermek istiyorlarsa bunun için çocuklarını araç olarak kullanmamaya özen göstersinler. Biz öğretmenler, bir velinin ne kadar düzenli, ne kadar bilgili ne kadar çocuğunu önemsediğini zaten fark ediyoruz. Dışardan öğretmene yüklemelerle beklide istemeden öğretmenin motivasyonunu olumsuz etkiliyorlar.
 
Sevinç Doğan: Bir arkadaşım oğlunun ilk karnesini “benim ilk karnem” diye paylaşmıştı sosyal medyada. Eve verilen tüm ödevleri kendisinin yaptığını; çünkü diğer velilerin de bunu yaptığını söylemişti. Ödevlerin çocukların yapabilirliklerinden fazla olduğunu da eklemişti. Kendisi de bir öğretmen çocuğu olan arkadaşım olayın yanlışlığın elbette farkında ama garip bir durumun içinde kaldığını söylemişti. Sahiden ödevler neden velilerce yapılıyor? Neden bunu farkedebilen öğretmenler de buna itiraz etmiyor? Tıpkı hediye alışverişi gibi tüketim nesnesi malzemesine dönüşmeye itiraz edilmediği gibi. Elbette bu cümlelerimde herkesi kastedmiyorum; bu durumlardan rahatsızlık duyan öğretmen arkadaşlarımı ayrı tutuyorum. Sadece genel bir gözlemden yola çıkıyorum.
 
Tabakçı: Ben eğer öğrencinin ödevi başkası tarafından yapılmışsa not düşüyorum. “Ödevini kendisi yapsın.” diye. Aslında çocuğunun ödevini yapan bir anne ile satranç oynamalı ve şunu söylemeli. Bu şah eğer  piyon gibi  hareket etse bu oyun nasıl devam edebilir L En önemlisi de velilere ‘’büyüme hormonun ne kadar önemli bir araştırın’’ demek isterdim. Uykusuz bir çocuk nasıl öğrenebilir ki! Eğer gerçekten çocuklarının sağlığı ve başarısı kendileri için önemli ise tabi.
 
Sevinç Doğan:Teşekkür ederim sohbetimize katıldığınız için. Son olarak oğlaklar gibi yerinde duramayan ve sürekli zıplayan zamane çocuklarına ne söylemek istersiniz? Hele de bu sene birinci sınıf olacaklara J
Tabakçı: Yerinde duran bir çocuk nasıl ilerleyebilir ki… Zıplayabildikleri kadar zıplasınlar; hatta becerebilirlerse öğretmenlerini de zıplatsınlar. Onlar çok sevimli ve değerliler.
Daha sene başındayken erken uyumalarını ve kesinlikle kahvaltı yapmalarını söylerdim.
 
Ben de teşekkür ederim bu söyleşi için. Keyifli bir başlangıç oldu.

Şunlar da Hoşunuza Gidebilir...

2 Responses

  1. Unknown dedi ki:

    Sn.Saadet Tabakçı öğretmenlikte bir ekolsünüz.Tebrikler

  2. Unknown dedi ki:

    Tesekkur ederim😊

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.