Müzede Canavar Yokmuş
Bu kitaba tersinden başlamak istiyorum. Kitabın en arka kısmında modern ve çağdaş sanat çalışmaları sergileyen bazı müzeler ve sanat kurumları listesi yer alıyor. Çocukken müzeye gitmiş/gidebilmiş biri değilim. Dolayısıyla bunun bir öğrenme mekanı ve kültür olacağını anlamam ileri yaşlara denk geliyor. Hüsne Rhea Çiğdem’in de çocuklar için bu kaygıyı taşıyarak bu kitabı okuyucu ile buluşturmasını anlamlı ve saygıdeğer buluyorum. Sadece bu da değil, sanata dair bir sohbet ortamı oluşturuyor aynı zamanda elimdeki kitap. Kendisini ifade edemeyen bir çocuğun içine düştüğü durumdan yola çıkarak onu sanatın büyülü dünyası ile buluşturan yazar bu sorunu da nasıl çözebileceğimize dair ip uçları veriyor okuyucu olarak bizlere.
Leyla adındaki bir kız çocuğundan yola çıkarak müze ve müzedeki eserlerle yolculuğa çıkılan hikayede sanata dair dolu dolu sohbetler karşılıyor okuyucuyu. Açıkçası bana Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan James Mayhew’in yine keyifle okuduğumuz Katie serisini hatırlattı bu kitap. Katie’nin müzedeki gezileri ve resim karakterleriyle yaşadığı fantastik olayların tadını aldım Müzede Canavar Yokmuş kitabından. Bundaki fark, Leyla biraz daha büyük bir çocuk ve müze kültürü üzerine bilgiler sanatsal çalışmalarla yoğrulmuş. Ayrıca kendisini ifade edemediğinde ağlama nöbetleri kadar öksürük krizine de giren bu küçük kız çocuğu aslında sadece normal denilen ve içine herkesin sığdırılmaya çalışıldığı çocuk tipinde değil o kadar. Detaycı, yumuşak ve narin bir kız çocuğu karşımızdaki. Farkındalığı yüksek ve bir o kadar sanatsal yönü belirgin de bir çocuk aynı zamanda. Bugün bu yazıyı yazarken ara vermek zorunda kaldım ve okulların açılması nedeniyle internet sitelerinde yine “normal”in dışındaki çocukları olan ailelerle yapılan röportajlara göz gezdirdim. Hepsinde benzer sıkıntılar söz konusu; herkes tek tip bir eğitim sistemine mecbur bırakılıyor ve maalesef bazı eğitimciler aradaki farkları göremeyebiliyor veya onların gelişimine yeteri kadar destek veremiyor. Bu kitaptaki küçük kız da aslında biraz bu kategoride. Şanslı bir çocuk aynı zamanda, çünkü teyzesi ve ailesindeki diğer üyeler (örneğin yaşama karşı merakı her zaman canlı kalan ve enerji dolu Haha nenesi) farklılıklarıyla onun yaşamını dolduruyor ve kendisini bulmasında yardımcı oluyorlar. Müzeye teyzesiyle beraber giren Leyla harika bir gün geçirir ve kendisine müze ziyareti boyunca eşlik eden periye olan şaşkınlığı ile geziyi tamamlarken son dakikalarda aslında bu perinin teyzesi olduğunu öğrenir. Fantastik öğelerin yer aldığı kitap bu yönüyle de ilgi çekici.
Kitap bize sadece sanata dair sohbet açmıyor; aynı zamanda hayatı sorgulama kapısını da aralıyor. Sürekli sorular soran ve yanıtları üzerine tepkilerini geliştiren müze perisi özgür olmak, farklı olmak, meraklı ve yaşam dolu olmak kadar hayata dair pek çok konuyu Leyla’nın ve elbette bizlerin önüne getiriyor. Okurken düşünmek ve kendi hayal dünyamıza geçişler yapmak eğlenceliydi doğrusu. Leyla karakteri annesi ve teyzesinin hayal gücüne olan inancı ile aslında bir adım daha artıda bir çocuk. Bir yönüyle kendime benzettiğim Leyla da benim gibi bulutların üzerinde yürüyebilmeyi ve oturup aşağıyı izlemeyi hayal ediyormuş. Okurken aniden “ama bu benim de hayalim” diye geçirdim içimden 🙂
Kitaptaki bir diğer güzel yan ise, hayattaki her mekanın öğrenme için uygun olabileceğinin altının çizilmesi. Bunlardan birisi olan müzeler de bu kitapta somut halini alıyor zaten. Akademik çalışması nedeniyle birkaç yıl önce bir yıl kadar yurtdışında kalan eşim döndüğünde okul öncesinden itibaren çocukların müzelere okulları aracılığıyla götürüldüğünü ve buralarda onlara bilgiler aktarıldığını anlatmıştı. Yine bu müzelerin çocukların öğrenmesine uygun şekilde hazırlandığını ve çocukların bu mekanlarda çok rahat olduklarını da eklemişti. İyi ve güzel olanın her çocuğun hakkı olduğu üzerinden benzer uygulamaları bizim ülkemizde de görmek çok güzel ve umut verici olacak ve bu kitap aslında bunun adımlarını atıyor. Bu alanda bizde de güzel örnekler var ve yeri gelmişken hemen Mardin Müzesi ve buraya büyük emekler vererek bu örnek uygulamayı çocukların kullanımına Nihat Erdoğan’ı da buradan bir kez daha dillendirmek isterim. En kısa zamanda o müzeyi ziyaret etmek istiyorum zaten ama Hüsne Rhea Çiğdem’in de kitabının arka kısmında yer alan müzeler de çocuklarımla gitmek için listeme aldıklarım arasında olacak. Müzelerle geç zamanda tanışmış birisi olarak, hem sanatla ilgili olanların, hem eğitimcilerin, hem de ebeveynlerin elinin altında olmasının çocuklar adına yararlı olacağına inandığım Müzede Canavar Yokmuş kitabı farklı açılardan okuyucuya ilham verecektir diye düşünüyorum. Bu vesile ile umarım eğitimciler kadar bu konudaki karar vericiler de sanatla çocukları buluşturmak için daha fazla adım atarlar.
Son Yorumlar