Müze

Susan Verde’nin yazdığı ve Peter H. Reynolds tarafından resimlenen “Müze” adlı kitap, Müren Beykan tarafından Türkçe’ye çevrilmiş. Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan kitap garip bir mutluluk verdi bana. Bu mutluluğun yeni yılda tüm çocuklara ulaşmasını istiyorum.
Müzeyi gezen ve her bir sanat eserinin kendisinde bıraktığı izleri aktaran bir kız çocuğu var karşımızda. Öylesine sevimli bir çocuk ki, onun yaşama hevesi, okur olarak beni de kendine dahil ediyor. Öncelikle çizerini çok sevdiğimi belirtmek istiyorum. Peter H. Reynolds’ın Nokta ve Mış Gibi kitaplarını okumuş ve çok beğenmiştim. Bu kitap için sadece çizimleriyle yer alıyor ama bence yazarla çok güzel bir uyum yakalamışlar. Söz yazıya, yazı da söze yerini çekinmeden bırakıyor.

Küçük kız müzeyi gezerken her tablonun önünde duruyor ve ruhuna işlemesine izin veriyor sanatın. Sonra da aldığı keyfe bizleri de dahil ediyor. Bu kitabı okuduğumda seneler öncesinden bir anı canlandı kafamda. Lisede (İzmit Lisesi) müzik odası olan ve içinde bir sürü müzik aleti olan bir okulumuz vardı. Sevgi Şahbenderoğlu adındaki müzik öğretmenimiz de kuyruklu piyanonun başına geçer ve bizlere farklı dünyalar sunardı. Bazen de konuk davet ederdi derse ve biz de hayranlıkla onları dinlerdik. Açık belirtmem gerekirse ben müzik konusunda iyi değilimdir. Buna rağmen Sevgi hocamızın dinlettiği bir müzik ruhuma işlemişti. Aynı bu kitaptaki kızda olduğu gibi her bir bölümü bende farklı etkiler bıraktı. Adını unuttum elbette dinlediğim müziğin ve seneler sonra klasik müzikle ilgilenen bir arkadaşımla sohbet ederken bu müzikten bahsettim. Arkadaşım da “anlat biraz, nasıl bir müzikti” deyince, ağzımdan şunlar döküldü: “Bir anda garip bir hüzün hissettim, sonra üşüdüm aniden, sonra aniden neşe kapladı içimi ve bir de bunaldığımı hissettim. Duygu sırasını bilmiyorum ama bunları hissettim” demiştim. Eminim bu satırları okuyanlar anlamıştır bile, ben Vivaldi’nin Dört Mevsimi’nden bahsediyordum aslında. Elimdeki kitap beni o zamana götürdü. Sahiden de kitabın ilk cümlesinde küçük kızın söylediği gibi “Ne zaman bir sanat eseri görsem, bir hoş oluyor içim.” Bu cümle nasıl iyi geldi bana anlatamam. Küçük kızla birlikte okur olarak bizler de geziyoruz müzeyi.

Kitapta küçük kız müzeyi gezerken bir anlamda mekanı da deneyimliyor. Bu oldukça önemli bir şey çocukların hayatında. Çünkü mekandaki hareketlerimiz de bizlere çok şey söyler. Küçük kız hem tek başına dolaşıyor müzeyi, hem de istediği her eserin önünde durup, sanatçının duygusuna ortak oluyor. Belki de nice seyircisinin yanında böylesi tutkulusu olmamıştır. Sona doğru ise boş bir tuval çıkıyor küçük kızın karşısına. Kız da bu tuvali kendi isteğince hayalinde dolduruyor. Küçük kız öylesine keyif alıyor ki müze gezisinden, çıkışa nasıl geldiğini anlayamıyor bile. Son kısımda da “Müze, geceleri kapalı, ama sorun değil benim için. Gördüğüm her şeyde etkisi sürüyor. Müze, benim içimde yaşıyor” diyerek gezinin kendisi için önemini belirtiyor. 

Geçtiğimiz yaz döneminde Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni ziyaret ettik ve o zaman 5 yaşında olan küçük cadım da eline bir not kağıdı alıp kendince notlar aldı. Elbette okuma yazma bilmiyordu ama müzeyi kendi isteğince deneyimliyordu. Dolayısıyla mekanın kendisinde bıraktığı etkiyi ilerki hayatında belki o da benim gibi sözcüklere döker. Biraz kişisel bir yazıya döndü farkındayım ama birkaç nokta daha var bu kitabın bende bıraktıklarında. Eşim 1 yıllığına Londra’da kaldı ve okul öncesi çocukların müze giriş kartları olduğunu, çoğu zaman müzede öğretmenleri ile dolaştıklarını ve mekanı deneyimlediklerini söyledi. Bizde de güzel çalışmalar var elbette. İlk aklıma gelen Nihat Erdoğan ve onun çabalarıyla oldukça iyi bir örnek haline gelen Mardin Müzesi. Çocuklar için türlü aktivitelerin yer aldığı yaşayan bir mekan burası. Ayrıca henüz gitmediğim ama gitmeyi çok istediğim Ankara Beypazarı’nda bir halkbilimci olan Dr. Sema Demir tarafından kurulan Yaşayan Müze var sırada. Çocukların dokunarak, duyarak ve hissederek gezebileceği müzelerin çoğalması ve yeni yılda en azından sanata erişilebilirliklerinin artmasını istiyorum bu kitap ile birlikte. Ne istiyorum biliyor musunuz? Tam da kitaptaki kız çocuğu gibi çıkışa nasıl geldiğini farkedemeyen ve müzenin kendisinde bıraktığı keyfe büyüklerini de dahil eden çocukların artmasını. Belki onlar da müzeleri gezer ve ruhunu hissedebilirse savaşların anlamsızlığını ve aslında insanlık tarihinde küçücük bir yer kapladığımızı anlarlar. Kim bilir belki barış içinde yaşamanın en temel insani hak olduğunu bile farkedebilirler! Belki sanat, onların sevgisizliklerini alır ve yerini iyi olan duygularla doldurur. Bilmem ki bu göl maya tutar mı 🙂   

Şunlar da Hoşunuza Gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.