Göz Yaşı Birlikteliği :)

Çocuklarla olan iletişimde onlarda saklı kalan duyguların nasıl açığa çıkacağı üzerine epey kafa yoruyoruz. Elbette her ebeveynin veya bakım verenin yolu farklı. Bizde mesela çocuk edebiyatı bunun için iyi bir araç oldu, hala da oluyor. Bazen düzgün kelimeleri ararken konu aniden önümüze düşebiliyor. Özellikle ikinci çocuğun aileye katılım sürecinde bazı kitaplar sahiden tam da şah damarından yakalamıştı bizi. Üzerlerine yazmıştım o kitapların zaten. Sadece anımsatma için Bebek Aşağı, Bebek Yukarı (Kelime Yayınları), ve Duygu Okulu (Uyurgezer Kitap) bizdeki Küçük Cadı’nın duygularıyla yüzleşmesi ve benim de onları görmem için çok iyi gelmişti. Sadece okumak değil elbette, kendinize ve çocuğunuza yarattığınız o özel zaman dilimindeki sohbetiniz, sorularınız, size gelen sorulara yanıtlarınızla beraber oluşan bir şey bu. 

Şimdi gelelim bugünün yazı ve konusuna. Yazmak bazen içimizde biriktirdiklerimizi akıtmak için iyi bir yol olabiliyor. Ben de kendim için bunu deniyorum. Geçenlerde epeyce dolmuştum duygu olarak ve mezara uğradım. Herkesin yöntemi farklı elbette ama benim yolum orası oldu. Sakinlik, dinginlik, esen rüzgar, hayatın kısalığı, gündemdekinin “bazen” ne kadar ve nasıl önemli olduğu veya olmadığı, en fazla da kendi iç sesimle buluştuğum bir zaman oldu. Tam iç sesim kendini rahat bırakırken ve ben de onu dinlerken birkaç tane adam geldi. Onların yanında iç sesimi duyamaz oldum ve arabaya geçtim. Tam karşımdaki arabada da bir kadın vardı. Ne olduysa o an oldu. O bana baktı, ben de ona, sonra usul usul ikimizden de aynı anda süzülen gözyaşları. Ama birbirimize bakmayı bırakmıyoruz da garip bir şekilde. Hayatta ilk kez yaşadığım bir şey oldu bu. Hiç tanımadığım birisine, üstelik mesafeli duruyorken bu kadar yakın olmak. Herkes kendi çıkmazında bocalıyordu, bu belli zaten de, ikimizi o anda aynı bakışta sabitleyen başka türlü bir şey vardı. Göz yaşının içinden geçen ve geçtikçe, aktıkça ruhumuza iyi gelen bir şey. Bu tip şeyleri genelde yazmıyorum ama bu sefer içimden geldi. Galiba kendi duygularımızı da düşünmek ve üzerine konuşmak zamanı. Hepimizin zaman zaman yorulduğu, yorgun hissettiği şeyler oluyor. Bu gayet insani bir şey. Sanırım yalnız olmadığımızı bilmek ve bu duygunun da geçici olacağını görmek güzel bir şey. Ayrıca üzerine konuşmak/konuşabilmek de öyle. 2007 yılında 5. Uluslararası Ruhsal Travma Günleri’ne katılmıştım. O zaman Kocaeli Üniversitesi’nde olan Prof. Dr. Tamer Aker ve ekibinin de için de olduğu paydaşı çok olan bir organizasyondu. Ben de etkinliğin haberini yapmak için orada bulunuyordum ama tüm sunumları büyük bir merakla dinlemiştim. “Yaraları Deşmek, Yaraları Sarmak” başlığı ile de haberleştirmiştim kurum sayfasında. İsteyenler başlığın linkini tıklayarak o habere de(11 Aralık 2007 tarihli haber) ulaşabilir. Orada bir sunumda yaşanan olayın üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin travmanın atlatılabilmesi için bazen yazmak, bazen film çekmek, bazen konuşmak, bazen de somut bir şey ortaya çıkarmak üzerine anlatılan bir sunum vardı. Hem Yahudi Katliamı, hem de 12 Eylül dönemi sonrasına dair örnekler sıralandı. Dünyanın farklı yerlerinden oldukça çarpıcı örnekler vardı. Şimdi yazarken yeniden o sunumlar geldi aklıma ve sahiden konuşmak, yazmak, üzerine düşünmek ve kafa yormak ama daha da önemlisi içinden çıkılamayan hallerde destek almak (bazen karşılıklı ağladığınız birisi, bazen de işin profesyonellerinden) sanırım yapılacak en güzel şeylerden birisi. Tek bir hayatımız var ve o hayatı olabildiğince güzel geçirebilmek için her açıdan sağlığımıza önem vermemiz gereken bir dönem bence içinde olduğumuz pandemi günleri. Umut tazelemek, umut devşirmek ve hayata bağlanmak galiba en çok bunu istemekle mümkün. Kendi adıma söyleyeyim bu dönemi çocuklarla geçirdiğim için fiziksel olarak yorgun olsam da ruhen hep şanslı sayarım kendimi. İlk adımlar, ilk cümleler, beklenmedik sohbetler ve neşeli kahkahalar gibisi var mı bu dünyada? Herkes kendi yolunu buluyor ve bulması da en güzeli. Üstteki görselde yer alan çiçek mesela. Bitlis’te yürürken önüme çıktı. Ne kadar zor tutunmuş görünüyor yaşama. Kayalıkların, taşların arasında öylece duruyor ve bence hayatı güzelleştiriyor. Galiba onları gördükçe ve onunla beraber hayatımızdaki iyileri gördükçe kolaylaşacak her şey. Bu yazı kendi kişisel tarihime bir not olsun. Belli mi olur, döner bakar ve sonra o anki duygularımı anımsadığımda yazdığıma memnun olurum.   

Şunlar da Hoşunuza Gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.