Kuşun Kanadına Takılı Dünya…
Ufağı, yani Şakir Efendi (asıl adı Aren aslında), elimizdeki kitapta ne zaman karga resmini görse kahkaha atıyor. Garip bir bağ var aralarında ve ben henüz anlayabilmiş değilim. Küçük Cadı da (onun da asıl adı Armin), atarlı giderli dönemlerinde bu ara. Siz şimdi bu resme bakarken ikisinin de zorluğundan ve büyüme sancılarından haberdar değildiniz ben yazana kadar elbette. Neyse şimdi mesele bu değil elbette.
Geçtiğimiz Cumartesi günü (7 Mart 2020), kızımı tiyatroya bırakmaya giderken yolda çiçek açmış ağaçları gördüm. Beni tanıyan herkes ilkbaharın bende uyandırdığı derin coşkuyu bilir. Çocuklar gibi şen olurum ben her çiçek açılışında. Bize ve her şeye rağmen yenilenme ve umuttur bahar mevsimi. Renk cümbüşüdür, uyanıştır, yeniden ve yeniden umut tazelemek, vazgeçmemek ve karşılıksız sevgi selidir doğadan bize gelen. Hani o baharda dışarı salınan danalar var ya, aynı onlar gibi şen olurum ben de her bahar mevsiminde. Tüm bu söylemlerden sonra Cumartesi günü farkettim ki ben ağaçlardaki tomurcukları ve açan çiçekleri görmeme rağmen içimde kıpırtı yok. Elbette sebepsiz değil, elbette etkileniyoruz yaşanan her şeyden. Yaş almakla mı, çoluk çocuğa karışmakla mı, yoksa tarihin gözümüzün önünde saçma bir tekrarını görmekten mi nedir bilmiyorum ağır geldi bu dönem bana. Kişisel bir yazı olduğunun farkındayım yine, bir iç dökme, bir rahatlama da diyebilirim buna. Yine de yazmak geldi içimden ve galiba en iyi bildiğim yol bu. Evladını kaybedenler geldi aklıma, sınırlarda bekleyen çocuklar ve aileler, ayrımcılığın ve kötülüğün normalleştirilme çabaları eklendi bunlara. Üstüne küresel bazda yaşanan sağlık sorunu nedeni ile insanların içindeki o çirkin duyguların dağılması ve ortalığa dökülmesi geldi aklıma sonra. Sonra o kısacık huzur anlarımızı bile rehin alması geldi aklıma mesela bu kötücülüğün. Sesin ve gürültünün fazlalığı yanında kibarlık, düşük ses ve nezaketin azlığı takıldı sonra aklıma. İşte tüm bu karışık duygularla ben 39 yaşımda ilk defa baharın gelişine sevinemezken, vücudumda ve ruhumda yaşadığım coşku ve değişimi yaşamazken buldum kendimi. Bu duvara çarpmam gibi bir şey oldu. “Yoruldum/yorulduk” yaşananlardan, bu önümdeki gerçek. Sonra peki dedim kendi kendime. Sonra umutsuzlukla beslenenlere fırsat vermemek gerek ve yeniden asılmak lazım doğru bildiklerimize dedim kendi kendime. Yolda bunca düşünce içinde başım kazan gibiyken vardık kursa. Kızımı bıraktıktan sonra günü ve kendimi o kapana kısılmış duygulardan arındırma çabası ile buldum. Birkaç denemem oldu elbette. Çocuk kütüphanesi ve parkta molalarım oldu. Hatta parkta tanıştığım ve sohbetlerine dahil olduğum iki yaşlı amca ile sohbetimi de yazdım bloga. Böylelikle zaman geçti ve kurs bitim saati yaklaştı. Küçük Cadı’yı aldığımda “Hava çok güzel, kardeşini de alıp sahil kenarına gidelim mi parka, ne dersin?” dedim. Tahmin edeceğiniz üzre sevinçle karşılandı teklifim.
Yanımda Küçük Cadı ve Şakir Efendi ile suyun kenarına vardık. Önce sahilde müzik yapan bir amcanın yanına oturduk ve biraz onu dinledik. Suya baktım ben ikisini kontrol ederken ara ara. Parkta oynadılar ve ben de izledim bir süre. Onlar keyiflendikçe içim açıldı. Sonra geldik martıların yanına. Bizimki dikkatle martılara baktı ve ablası da ona anlatmaya başladı bildiklerini. Ortaya bu kare çıktı. Kendimi dinlendiriyorum ve onarmaya çalışıyorum galiba benzer duygularda olanlar gibi. Doğru diye bildiklerimize daha sıkı sarılma ihtiyacı baskın elbette. Göle maya çalmak mı bilmiyorum ama ben maya çalmaya devam edeceğim. Umudumuzu kaybetmemize çabalayanların varlığına rağmen onu yeşertenlere kulak kabartacağım. Sorumlu olduklarımız adına ve kendi kişisel tarihimizde küçük de olsa bir not düşmekse hayata, bu resim bana hep yardımcı olacak. O nedenle buraya da yazayım istedim. Denize bakarken bile acılar çöküyorsa içimize, neye karşı olduğumuz, neyin kötü olduğunun farkında olarak aksi yönde kürek çekmeye devam diyeceğiz. En azından kendimdeki kararlar bu yönde. Dün 8 Mart’tı mesela. Çokça şey geçti aklımdan. Bir pankart vardı mesela, diyordu ki “Umutsuzluğa Kapılırsan Bu Kalabalığı Hatırla.” Nasıl güzel düşünmüşler, nasıl güzel bir not düşmüşler güne ve tarihe. Heyyyyy, bu yazıyı okuyan herkes, bugün yeni bir gün, üstelik güneş yüzünü bize çevirmiş ve bahar ayındayız; yani enseyi karartmayın siz de. Kararan yanlarımız tekrar açılacak, her mevsim açan doğa gibi. Sonra, mesela, geriye bu resimdeki huzurum ve biraz deniz, biraz gökyüzü, biraz kuşlar ve ÇOCUKLARIM/ÇOCUKLARIMIZ kalacak bana/bize 🙂 Onların tüm gürültüye rağmen kulakları doğru diye bilinenlerle dolarsa diye olacak çabamız. Sadece kulakları değil gözleri de iyiyi görmeli, iyiyi ayırabilmeli. Belki hepimiz kendi tarafımızdan yapabilirliklerimizle sağlayabiliriz bunu. Alandaki pankartta yazılı olan gibi, aslında az değiliz ve çoğalacağız yaşamdan yana olanlar olarak…
Son Yorumlar