|
Fotoğraf: Ewa Stackelberg |
Sorularımı hazırlarken de yazmıştım, yinelemek istiyorum: kalbimin bir tarafı Zackarina ile sohbet ediyormuş gibi heyecanlı 🙂 Kumkurdu serisinin yazarı sevgili Asa Lind yakın zamanda İzmir’e geldi ve bir edebiyat etkinliğine katıldı. Orada olmayı istememe rağmen gidememiş ama Asa Lind’e daha fazla soru sormak istemiştim. Bunun üzerine sosyal medya aracılığıyla bağlantıya geçip kendisine röportaj teklifinde bulundum. Umalım ki bir sonraki Türkiye ziyaretinde bu sohbet yerini farklı mecralara (radyo veya tv) bıraksın. Teklifim kabul edilince Dr. Ayşegül Gökalp sorularımı İngilizce’ye çevirdi ve yanıtları beklemeye başladık 🙂 Az önce Asa Lind kitaplarının çevirmeni Ali Arda mail ortamında yanıtları iletti. Her cevapta yüzümde tebessüm oluştu, gelin bundan sonrasına beraber devam edelim mi 🙂
Saadet: Asa hanım merhaba, öncelikle hoş geldiniz “oğlak sohbetleri”ne. Kumkurdu serisinin bir hayranı olarak sizinle sohbet edecek olmak benim için çok güzel. Biraz kendinizden bahseder misiniz? Çocuklar için yazmaya nasıl başladınız mesela?
Asa: Kuzey İsveç’in Karbäcken köyünde doğdum. Dört kız kardeşin en küçüğüyüm. Doğduğum köyde benim yaşımda dört çocuk vardı, en yakın arkadaşımın adı Solveig’di (Güneş Yolu-Ç) Liseyi bitirdikten sonra Stockholm’e taşındım. Gazetecilik ve Güzel Sanatlar okudum. Bu ara aşçılık, kaynakçılık gibi işler yaptım. Yazarlığa Radyo için masallar ve tiyatro senaryoları yazarak başladım. İlk kitabım Troll-Tula och Nisse, bir troll ile bir çocuğun arkadaşlığını anlatıyordu.
Saadet: Çocuk dünyasına çok yakınsınız. Kumkurdu’yu okurken tamamen o çocuğun yaşadıklarını hissediyorum bir okur olarak. Bu nasıl oluyor? Sıkça çocuklarla vakit geçiriyor musunuz örneğin? Ya da onları izlediğiniz bir ortam var mı?
Asa: Çocukların dünyasını kavradığımı iddia edemem. Daha çok, çocuklarla ilişkilerinde, büyüklerin-“iktidarın”, dünyasını anlamaya çalıştım. Çoğu “yetişkinin” büyük olmayı bir kariyer, çocukluklarını da bu kariyerin ilk basamağı olarak gördüklerini dehşetle fark ettim. Çocukluğu bir çeşit çıraklık dönemi gibi gördüklerini. Artık ustalaştıklarından, “hayatın çırakları” diye gördükleri çocuklara durmadan ders vermeye, terbiye edip ehlileştirmeye çalıştıklarını, büyüklük-“iktidar”- perspektifiyle sanal bir çocukluk geçmişi imal edip, yedikleri her tokadı, kişiliklerini örseleyen her sözü, her azarı onları hayata hazırlayan tatlı anılara dönüştürdüklerini fark ettim. Benim yaptığım böyle bir büyük olma hali karşısında çocukların neler yaşadıklarını anlama ve anlatma çabası. Çocuklarla vakit geçirmeyi severim. Ama onları asla bir deney nesneleriymiş gibi gözlemem. Onlarla gülmeyi, yaşamayı severim.
Saadet: Siz Zackarina ile bize bir çocukla her şeyi konuşabileceğimizi söylüyorsunuz. Ölümü, yaşamı, atomun özelliklerini bile. Bu önemli bir şey. Çocuk edebiyatında bu sık rastlanan bir şey değil galiba. Edebiyat ve çocuk bağlamında ne söylemek istersiniz?
Asa: Çocuklar duydukları, gördükleri ve dokundukları her şeyi merak ederler. Ben çocuklardan konu kaçırmamak gerektiğini düşünürüm. Benim açımdan iyi ya da kötü konu yoktur, iyi ya da kötü yazılmış kitap vardır. Çocuk kitaplarındaki konu zenginliğiyle ülkenin insan haklarına bakış zenginliği ve demokrasi geleneği arasında doğru orantı var sanırım. İsveç bu açıdan iyi durumda. Çocuk kitapları hemen her şeyi konu edinir.
Saadet: Yakın zamanda İzmir’deydiniz. Oradaki bir söyleşide “Bir kitabın beni terbiye etmeye çalıştığını anlarsam, anında bırakırım” dediniz. Bu çok güzel bir ifade. Sizce çocuk nasıl bir birey? Yetişkine düşen görev nedir onu büyütürken ve elbette yazara?
Asa: Çocuk çocuktur. Büyüklerin çocukluğa saygı göstermesi, çocuğa sevgi ve güvenlik vermesi gerekir. Çocuk kitabı yazarları “ideal bir çocukluk ölçüsü” yaratıp, çocuğun kısa gelen yanlarını uzatıp uzun gelen yanlarını kısaltmaya çalışmamalıdır. Yazarın görevi iyi kitap yazmaktır.
Saadet: Çocuk edebiyatı sizce çocukla nasıl bir bağ kurmamızı sağlıyor?
Asa: İyi bir çocuk kitabının yalnızca büyüklerin çocuklara bakışını değil, kendilerine bakışlarını da olumlu yönde etkileyeceğini, yalnızca çocukları değil, kendilerini de daha iyi anlamalarına kapı açacağını düşünüyorum. Büyükler çocukla iyi bir iletişim kurmak istiyorlarsa, çocuğu gelecek projeleriymiş gibi değil çocuk gibi görmeyi öğrenmeliler.
Saadet: Kendi çocukluğunuzdan biraz bahseder misiniz? Babanızın size her gece masal okuduğunu okumuştum bir yerde. Harika geliyor kulağa.
Asa: Çocukluğum köyde geçti. Evimizin üç tarafı ormanlarla kaplıydı, bir tarafında göl vardı. Anneannem ve babaannem yakında oturuyorlardı. Dedelerim erken ölmüşlerdi, onlara dair bir anım yok. Ablalarım okula gittiklerinden gündüzleri, ben ve annem yalnızdık. Birlikte doğaya çıkıyorduk, annem inanılmaz sabırlıydı, bitmek bilmeyen sorularıma ayrıntılı cevaplar veriyordu. Her akşam bana şarkı söylüyor, masal anlatıyor ya da kitap okuyordu. Babam çok iyi öykü anlatırdı. Öyküleri daha çok orman, ağaçlar, işi ve karşılaştığı insanlarla ilgiliydi. Annem ve babam politik olarak duyarlı insanlardı. Dünyanın ve insanların durumuyla ilgili uzun politik tartışmalar yaparlardı. Annem, ben daha okula başlamadan demokrasi ve insan haklarının ne olduğunu anlattı, “istediğin her şeyi düşünebilirsin,” dedi, “bunu hiç kimse engelleyemez.” Tek arkadaşım Solveig ile birlikte merak ettim, sordum, böğürtlen topladım, yüzdüm, kayak yaptım, koştum, ağaçlara tırmandım, bisiklete bindim ve büyüdüm.
Saadet: Zackarina büyümenin sancısını da yaşayan bir çocuk ve küçülen kırmızı kazağına da üzülebiliyor. Yine evde tek kalmak istiyor önce ama sonra bundan ürküyor. Kısacası çocuğun tüm halleri kitaba konu olmuş. Siz neyi niyetlediniz bu seriyi yazarken?
Asa: Çocuk hayal ve arzularıyla yaşadığı bir dünyadan, hayal ve arzularını sınırlayan dünyaya geçerken sancılı bir süreç yaşar. Büyükler çoğu kez, çocuktan bir davranışı bırakmasını isterken, bu isteği “sen artık büyüdün” diye gerekçelendirir. “Sen artık emzik için çok büyüdün”, “ama bu oyun için çok büyüksün artık”, vb. Büyümek ile çocukluk karşı karşıya getirildiğinde, çocuk büyümeyi kazançtan daha çok bir kayıp olarak görür. Zackarina büyüdüğünü kabullenmek istemez, ona göre kırmızı kazağın üzerine dar gelmesinin nedeni kendinin büyümesi değil, kazağın bir biçimde küçülmesidir. Bir de çocuklar bir giysiye âşık olur, onu terk etmek istemez. Aynaya bakarken kendi gözleriyle kendine bakar, büyükler gibi başkasının gözleriyle bakmaz kendine. Başkasının ne deyip ne düşündüğünü umursamadan kendini o giysiyle sever. Evde yalnız kalma isteği, korku, iş, zaman vb. çocukların yaşadıkları, düşündükleri, karşılaştıkları şeyleri canlandırmaya çalıştım. Kitapları yazarken kesinlikle ulaşmak istediğim bir yer vermek istediğim bir ders yoktu. Kendi bakış açım, fikir ve sezgilerimle çocukların değişik hallerini anlattım. Özellikle hedeflediğim bir şey vardı diyebilirim. Her sözcüğü sesiyle birlikte düşündüm, bir ritim, harmoni olsun istedim.
|
Fotoğraf: Ewa Stackelberg |
Saadet: Aslında Zackarina, Kumkurdu ile konuşurken sesli düşünüyor ve felsefe yapıyor. Galiba en iyi çocuklar felsefe yapabiliyor. Ne dersiniz?
Asa: Sana katılıyorum. Bence de çocuklar iyi filozoflar. Bana göre felsefe merak etmek ve sormaktır. Çocuklar merak edip sorarlar. Büyüklerin sorudan çok cevapları var, çocukların ise soruları. Büyükleri en fazla kızdıran şey çocukların bitimsiz sorularıdır. Çünkü büyükleri apaçık diye düşündükleri şeylerle ilgili kuşkuya düşürürler.
Beş yaşımdan unutamadığım bir sahne var. Mutfakta masasının yanında dikiliyordum, boyum masanın boyuna ancak yetişiyordu. Kafamda bir soru vardı, formüle etmekte zorlanıyordum, soru şuydu: Masa kahverengi ama diğerleri de benim gördüğüm kahverengiyi mi görüyor. Daha sonra böyle bir soruya Wittgenstein’da rastladım. Yaklaşık şöyle bir soru: Başkalarının da benim gördüğüm maviyi gördüğünden nasıl emin olabilirim. En önemlisi annemin sorumu ciddiye alıp benimle birlikte kafa yormasıydı.
Saadet: İtiraf ediyorum çocuğuma diye aldığım ama okurken sanırım çok keyif aldığım bir seri oldu Kumkurdu. Kendime de alabilirmişim çocuğum olmasaymış. Size gelen yorumlar nasıl?
Asa: Çoğu okuyucunun senin gibi düşündüğünü gördüm. Ben kitapları çocuk-büyük kitabı diye ayırmaktan daha çok, iyi yazılmış kitap, kötü yazılmış kitap diye ayırırım. Örneğin Tove Jansson’un kitaplarını küçükken ne kadar çok seviyor idiysem şimdi okurken o kadar çok seviyorum.
Saadet: İsveç’te çocuk edebiyatı nasıl bir yol izliyor? Yazar ve çizer ilişkisini nasıl görüyorsunuz?
Asa: İsveç çocuk kitapları açısından köklü bir geleneğe sahip. Konu çeşitliliği açısından zengin. Hemen her semte, çocukların rahatça gidip vakit geçireceği kütüphane var. Ancak, ne yazı ki, kitap dünyası İsveç’te de “pazarın beğenisi ”ne göre şekillenmeye, çok satan kitap iyi kitapla eş anlamda kullanılmaya başladı. Köklü çocuk kitapları geleneği pazarın iştahına gem vuruyor ama geleneğin ve kalitenin korunması için aktif çaba sarf etmemiz gerekiyor. Örneğin kütüphanelerin özelleştirilmesine karşı direnç gösteriyoruz. Yazar çizer iş birliği kitap açısından son derece önemli. Resimli kitaplarımın hepsinde çizerle uyum yakaladım. Birbirimizi bütünledik.
Saadet: Sizce bir çocuğa kitap okumanın ya da bir çocukla kitap okumanın en güzel yanı nedir?
Asa: Benim için çocuklarla kitap okumanın en iyi tarafı birlikte bir şeyi paylaşmak.
Saadet: Okulöncesi çocuk edebiyatı son dönemlerde Türkiye’de de niceliksel bir büyüme içinde. Nasıl değerlendiriyorsunuz okulöncesi çocuk edebiyatını?
Asa: Çocuğun her zaman kitaba yakın olması gerektiğini düşünüyorum. Dokunabilmeli, koklamalı, rengine şekline bakmalı, hışırtısını duymalı, tadına bakmalı, yani bütün duygularıyla kitabı yaşamalı. Çocuk kitapla ne kadar erken buluşursa o kadar iyi.
Saadet: Hiç yazı olmadan ortaya çıkan şahane kitaplar var. Sessiz kitap deniliyor sanırım bunlara. Sizce resim ve metin dengesi nasıl olmalı?
Asa: Anlatının bir sürü formu var; resim, çizim, söz, yazı vs. Önemli olan konunun iyi anlatılması. Çok sayıda “sözsüz” kitap “okudum”, harika kitaplardı. Çizgi ve söz arasında uyum olmazsa olmaz şeylerdendir. Resimli kitabı tiyatro gibi düşünebiliriz, her sayfayı bir sahne olarak. Bu sahneyi hazırlayan çizerdir.
Saadet: Kitaplarınız farklı ülkelerde, farklı kültürlerde okunuyor ve yorumlanıyor. Size nasıl bir duygu bırakıyor bu durum?
Asa: Yazdığınız bir şeyin dünyanın değişik yerlerinde okunması, üzerine konuşulması elbette sevindirici bir şey.
Saadet: Şimdiki çocuklar tıpkı oğlaklar gibi sürekli zıplıyor ve yerinde duramıyor. Onlara ne söylemek istersiniz?
Asa: Hoplayın, zıplayın, koşun, kahkahalar atın derim.
Saadet: Son olarak o oğlakların büyümesine eşlik eden ebeveynler için söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Asa: Çocuklara katılın derim, neşelerini paylaşın, yaşayın. Boş zamanlarınızda da çalışırsınız.
Son Yorumlar