Köye Gitmek…
“Dayanışmanın sözde değil her bir işin içinde ayrı ayrı gösterildiği yerdir köy yerleri. Sonra bitmeyen sohbetler, yakılan ateş etrafında demlenen çaylar ve köy akşamları vardır unutamadıklarınızdan. Gün içinde çok basit nedenlerle kavga edebilen kadınlar akşama mutlaka toplanır bu ateşin etrafında ve hiçbir şey olmamış gibi çaya da, sohbete de dahil olurlar. Küslük yoktur köy yerlerinde, istense de olamaz çünkü. Köyün yaşam pratiğine ters düşer küs kalmak en çok da.”
Kesinlikle son derece kişisel bir yazı olacak bu yazı. O nedenle isteyen şimdiden uzaklaşabilir. Evet nostalji yapacağım geçmişe. Hem de bu karelerde olan 2010 yılına değil daha da geriye. Kendi çocukluğuma ve yaz tatillerinde soluk aldığımız köye.
Neyi özlüyorum peki köy hayatında? Öncelikle doğanın seni kendine uydurmasını özlüyorum. Sabah olduğunda kendi kendine aniden uyanıp cin gibi ortalıkta dolanmayı özlüyorum. Uyanır ve biz uyanana kadar çoktan uyanmış, hayvanları sağmış ve otlamaya bırakmış annem ve babaannemin telaşını özlüyorum. Beklemez ki hayvanlar. Memeleri çatlar eğer vaktinde sağılmazlarsa. Sonra köy evindeki “holluk” denilen yerde saklanan definelere gidişimizi özlüyorum. Hazinede ne mi var? Çölelik var postukların içine doldurulmuş. İşte o postukların içine ayran koyup karıştırmak gerekiyor hemen her gün. Yoksa istenen yumuşaklıkta olmaz çökelik ve kuruyarak yenilemeyecek hale gelir. Hollukta postuklar da hemen her gün yıkanır ve yumuşak kalmaları için epey çaba sarf edilir.
Daha bitmedi durun. Yaz tatilinde gittiğimiz için işler bitmez köy yerinde. Erişteler açılır imece usulü. Tüm kadınlar sofraları ve oklavaları ile gelir ve kurulur bir güzel yerine. Siz de çocuk olduğunuz için oklava taşırsınız durmadan. Çay getir götür yaparsınız. Sonra bu yaşlı kadınların sohbetlerine kulak misafiri olursunuz. Çocuk olmanız pek göze batmaz. O ortamda herkesin kendi payına düşen bir iş vardır mutlaka. Şimdikilerin sorumluluk almak dedikleri şey otomatiğe bağlanır köy yerlerinde.
Bir başka gün dutlar toplanır özenle. Ağaçlara çıkılır ve güzelce silkelenir o dutlar. İstediğiniz kadarını yiyebilirsiniz. Kalanı da akıtma su ile yıkanır ve kocaman tencerelerde kaynamaya bırakılır. Tamamen doğal ortamlarda hazırlanan pekmez ve pestillerin tadına doyum olmaz diye söylemem gerekir mi bilmiyorum? Gelelim kayısı ağacının nimetine. Toplar ve istediğiniz kadarını yersiniz, kalanını da anneniz size reçel yapar. Tabağın altına kendi yaptığınız tereyağı serilir ve üzerine de reçel dökülür. Gel de yeme 🙂
Daha bitmedi durun şimdi. Elma ağaçları var sırada. Onların üzerine çıkıp istediğiniz kadar keyif yaptınız mı hiç? Daldan dala geçerken orayı kendi eviniz ilan ettiniz mi sessiz sedasız? Sonra da yediğiniz elmaların tadını aradınız mı hayatınızın kalan kısmında? İşte o elmalar da toplanır ve dilimlenerek güneşe serilir. Kurutulur ve kışın sofralarınıza elma kurusu olarak gelir. Tıpkı kardeşleri armut, kayısı, erik, dut gibi.
Sonra bir başka güne uyanıyorsunuz ve bu sefer de tarlaya gidip buğdayların toplanmasına yardım ediyorsunuz. Toplanan buğdaylar patos makinesi adı verilen makineye atılır ve buğday taneleri ile saplar ayrılır birbirinden. Siz tanık olursunuz hayatın ve sofranıza gelen her şeyin hazırlanışına. Ayıklanan samanlar hayvanlara yem olarak saklanır; buğday taneleri de yıkanıp değirmene gönderilir. Ordan da un olarak sofralarımıza döner. Öylesine keyiflidir ki o undan yapılan saç ekmeklerinin tadı, yazmak değil ancak yemekle anlaşılabilir.
Bir başka gün de ise halıları yıkarsınız ailecek. Evet ailecek yapılır tüm işler. Hatta çoğu durumda imece usulü tüm köy adamları ve kadınları ile beraber yapılır işler. Bahçeler böyle sulanır sırayla. İşler de sırayla yapılır. Hatta hayvanlar da sırayla bakılır otlatmaya gönderilirken. Her gün köyden bir kişi tüm hayvanları toplar ve otlatmaya götürür, akşama da getirir. Dayanışmanın sözde değil her bir işin içinde ayrı ayrı gösterildiği yerdir köy yerleri. Sonra bitmeyen sohbetler, yakılan ateş etrafında demlenen çaylar ve köy akşamları vardır unutamadıklarınızdan. Gün içinde çok basit nedenlerle kavga edebilen kadınlar akşama mutlaka toplanır bu ateşin etrafında ve hiçbir şey olmamış gibi çaya da, sohbete de dahil olurlar. Küslük yoktur köy yerlerinde, istense de olamaz çünkü. Köyün yaşam pratiğine ters düşer küs kalmak en çok da.
Sonra en çok özlediğim bir başka zaman dilimi ise gece yataklarımıza yattığımızda bize aile büyüklerince anlatılan masalların anlatıldığı zamanlardır. Nasıl güzel, nasıl heyecanlı ve nasıl da yaşam doludur o masallar. Amcam Aydın anlatırdı bize o masalları ben çocukken. Masalın en heyecanlı kısmında keserdi masalı ve “Tamam anlatmıyorum, yarın burdan devam ederim” diyordu. Ah ah, nasıl yalvarırdık devam etmesi için ama anlatmazdı. O heyecanla rüyalarımda masalı kendimce tamamladığım çok olmuştur. Geçenlerde bir yazıya denk geldim; diyordu ki yazıda masalı yarım bırakmayın, çünkü çocuklar o gerilimle uykuya dalarlar 🙂 Bu satırları okurken güldüm ve eski köy gecelerine gittim ister istemez. Hemen ekleyeyim benim özelimde gerilimden ziyade tadına doyulmaz zaman dilimleri ve geceleri hemen yatağa girip masal dinleme isteği bıraktı sadece. Çocuk için harika bir şeydir masal dinlemek. En azından benim için öyleydi. Hala da masalları çok seviyor olmam belki de bundandır kim bilir. Amcam yoksa babaanneme yalvarırdık anlatması için ve en son da anneme. Çünkü köy yerinde en çok yorulanlar kadınlardır ve annem evdeki genç kadın olduğu için işin yükü ondaydı. Babaannem de aynı masalı anlatırdı her defasında ama hiç bilmiyormuşuz gibi keyifle dinlerdik.
Meraklıları için söyleyeyim televizyon yoktu evde. Sadece bilmem kaç km ötedeki dayımın evinde vardı televizyon ama 3 aylık yaz tatilinde 1 veya 2 kez giderdik oraya da. Hiç unutmuyorum bir defasında dayımlarda televizyon açıldı ve Sertap Erener, Sezen Aksu ile beraber bir şarkı söylüyordu. Bir de Çakmaktaşlar çizgi filmini izlemiştik. Özlüyor muyduk televizyonu diye düşündüm şimdi. Aslına bakılırsa şehir hayatından farklı o kadar çok şey vardı ki köyde, televizyonun yokluğunu fark edemiyorduk bile.
Beştaş oyununu bilirsiniz değil mi? İşte o oyunun taşlarını en küçük amcam Kamil bizim için hazırlardı. Kocaman olarak koparttığı bir taşı kırarak ve sürterek diğer taşa yuvarlak hale getirir ve beştaş yapardı. Ben de denemiştim de taşı elime vurmuştum. Sol elimin küçük parmağına denk gelmişti de morarıp düşmüştü o tırnağım yerinden. Ama kimsenin panik havasında yaygara kopardığını hatırlamıyorum. Aksine “Merak etme çıkacak o tırnak yerine bir süre sonra, şimdi daha dikkatli olmayı öğrenirsin” denilmişti bir tek.
Bir başka oyun ise çelik çomak oyunuydu. Köyün çocukları toplanır ve bu sefer bir tahtayı oyarak oyuncağımızı yapardık. Sonra da o oyuncağa sopayla vurup en uzağa atar ve etrafında koşardık. Maalesef hafızam zorluyor beni oyunun detayları ile ilgili. Hatırladığım çok keyif aldığımızdı. Sadece iş yoktu yani köyde. Eğlence ve sohbet vardı, oyun ve masalın olduğu gibi. Mesela tüm köy toplanıp kaplıcaya giderdik. Köyde elbette bir kişi kalır ve nöbet tutardı ama kalan herkes kaplıca için hazırlık yapıp yola düşerdi. Arabaların kasalarında, üstlerinde ve nihayetinde ayaklarımızın üzerinde, yani yer kalmayanlar yaya olarak, kaplıca alanına giderdik. Hayatımda hiç görmediğim bir mutluluk haliydi o kaplıca mekanları. Gülüşmeler, kadınların kaplıca içinde türkü/şarkı söylemeleri hala kulaklarımda. Biz çocuklar da onların neşesinde neşelenir ve eğlenirdik. Evden getirilen yiyecekler ortak bir yer sofrasında açılır ve herkes istediği şeyden yiyebilirdi. Tüm gün sadece dağların orta yerindeki bu kaplıcada vakit geçiren köy halkı akşama doğru toplanır ve eve dönerdi.
Hani unutulmazlar denilir ya; işte öyle zamanlardı köyde geçirilen zamanlar. Yazının içine serpiştirdiğim resimler çocukluğumdan çok sonra köye ziyaretimde çekilenler. 11 yaşımdaki çocukluğumdan sonra 18 yıl geçmişti aradan ve ben 29 yaşımda yeniden gitmiştim köye 2010 yılında. Elbette eskiye dair çoğu şey yoktu. Öncelikle insanlar eksilmişti hayatlarımızdan, sonra da köy yaşantısı. Şimdi böyle aniden nerden aklıma geldiyse, o anlara geri gitmek istedim. Daha çok yaşlı kadınları dinlemek, daha çok masal talep etmek, daha çok doğada vakit geçirmek isterdim. Öyle site içine hapsettiğimiz çocuklarımızı alıp en az 3 ay geçirmek isterdim köy yaşamında. Mutlu geçirdiğim çocukluğumu göstermek ama en çok da yaşatmak isterdim çocuğuma/yeğenlerime. Evin içinde suyu olmayan, taşıma su ile ihtiyaçların giderildiği bir köy evi hayal edin. İşte tam da bunu yaşatmak ve göstermek isterdim çocuklara. Oradaki oyunlar kadar masalların da tadına varsınlar isterdim. Dayanışmanın en güzel hallerine karışsınlar isterdim. Dalından koparılan meyvelerin kokusunu alsınlar isterdim. Bir de yaşlı ve bilge insanların hikayelerinde dinlesinler isterdim yaşamı. Yıllar ve yıllar sonra onlara da anı toplamış olurduk hiç olmazsa. Ben nasıl geriye dönüyorsam, onlar da kendi tarihlerinde güzel olanı anımsasınlar isterdim. Ne diyelim; bu dileklerin tüm çocuklar için gerçek olması dileğimle…
Son Yorumlar