Bazen aslında nelerin söyleneceğini bilerek yaklaşırsınız bir seriye. İyi de o zaman neden okuyoruz? Kendi adıma söylemem gerekirse; iyiyi duymaya ve bunun sağlamasına ihtiyaç duyarım. İçinde rahatlama duygusu kadar doğrunun aslında çoktan seçmeli olmadığını da tekrar etme isteği vardır bu çabanın. Hele de konu çocuklarsa.
Maalesef büyüklerin hatalarının en büyük faturasını çocuklar ödüyor. Diğer taraftan yine büyüklerin desteği ve ilgisi ile o faturalar ortadan kaldırılabilir. Bu yüzden basit ve duru bir anlatımla yeniden ama yeniden ve durmadan doğru bildiklerimizi söylemeye ve dolaşıma sokmaya ihtiyacımız var.
Başkaları hangi niyetle yaklaşır bilmiyorum ama benim açımdan bu kitap serisi öyle. Üzerine çokça yazıldı ve röportajlar yapıldı yazarıyla. Çocukların anlayabileceği şekilde felsefenin belirli kavramlar üzerinden önümüze konulduğu ve hayatımızı daha olumlu hale getirecek tüm çözümleri gösteren bir seri bu.
Fazlaca övgüyü hak etmesi değil mesele, zaten niyetim bu da değil. Ancak, örneğin Küçükler ve Büyükler ile ilgili kısmı okurken “Yasalar, yetişkinlerin çocukların bedeninden faydalanmasını yasaklar. Hiçbir yetişkinin, hiçbir büyüğün, çocukların yakından tanıdığı biri ya da aile üyesi dahi olsa buna hakkı yoktur. Hatta anne babaların hatta erkek ve kızkardeşlerin bile buna hakkı yoktur. Bu kesinlikle yasaktır” kısmı daha fazla sahip çıkılası değil mi sizce de? Çocukların haklarını bilmeleri, daha çok okumaları ve daha çok sorgulamaları için ne gerekiyorsa yapılması belki kurtarır bizi. Duyduğumuz, gördüğümüz, hayatımızı kabusa çeviren her şey, en büyük yaraları açıyor ruhlarımızda son dönemlerde. Herbirimiz ayrı ayrı insan olduğumuzdan utanır oluyoruz.
Kulaklarımız duymak istemiyor, gözlerimiz görmek, zihnimiz algılamak istemiyor çocuğa yapılan istismarı, tacizi, tecavüzü ve şiddetin her türlüsünü. Bununla birlikte görmek, duymak, bilmek ve bu alanda daha fazla çabalamakla yükümlülüğümüz en çok da çocuklarımıza. Aksi durumda yaşam kendisinden ve ederinden çokça şey kaybediyor. Bu seriyi okurken bildiğimizi zedelemeye çalışan herkes ve her türlü girişim için bir kez daha sağlama yapıyoruz doğrular adına. O yüzden herkese tavsiye ediyorum.
En çok da, her koşulda insan kalmak için ve çocukla o veya bu şekilde iletişim halinde olanlar için bu seri okunası. Sadece o değil, özellikle ve illa ki karar vericiler için elzem. Çocuk adına ve onların hayatlarına o veya bu şekilde etkide bulunabilecek herkesin çocuklar adına en iyiyi isteme ve buna göre hareket etme zorunluluğu var ve bu seri bizlere sadece bunu anımsatıyor.
Cesaret ve Korku adlı kitabında mesela korkan oğlunun korkusunu yenmek için sadece onu anlamaya çabalayan bir baba anlatılıyor. Canavar beklentisi ile yatağında duran küçük oğlu için onun oyuncak kılıcını alan ve etrafı bu kılıçla kontrol eden baba sadece çocuğunun yaşamına dahil oluyor. Hem de öyle üst dilden filan değil, aksine tam da çocuğu anlamaya çalışarak. Yazarın da belirttiği gibi “…babası onun korkusuyla dalga geçmiyor ve korkusunu yönetmeye çalışmıyor. Onu ciddiye alıyor, oğlunun duygularını paylaşıp korkusunu yenmesine yardım ediyor. Babası Kaan’ın hayal dünyasına girmeyi başarıyor.” İşte benim için anahtar kelime bu, Kaan’ın hayal dünyası ve oraya girmeye çabalayan bir baba. Sanırım bu serinin kıymetinin nerden geldiği daha net görülüyor örnekler çoğaldıkça.
Brigitte Labbé ve Michel Puech tarafından yazılan ve Jacques Azam tarafından resimlenen seri, Azade Aslan tarafından Türkçe’ye çevrilmiş. Günışığı Kitaplığı tarafından basımı sağlanan serideki her kitap ayrı ayrı kıymetli. Kıymeti en çok da düşünmemizi sağlaması ve ezber bilgilerin yer almaması. Didaktik bir dil yok, aksine okuyanın sorgulaması ve eleştirel düşünme yeteneğini geliştiren bir yanı var. Bu böyledir, şu doğrudur gibi klasik bir anlatım yok. Bunun yerine okuyucuyu kendisine dahil eden bir yanı var her kitabın. Belirli kavramlar belirlenmiş ve bunlar üzerinden ortak düşünme çalışması gibi bir seri bu.
İyi ve Kötü adlı kitapta diğer tüm kitaplarda olduğu gibi kavramlar yine tartışmaya açılıyor ve üzerinde düşünmemiz isteniyor. “İyinin ve kötünün bize başkaları tarafından söylenmesini beklemek, düşünmeyi bırakmak demektir. Beyin ölmüştür. Bu insan olmaktan vazgeçmektir” diyor yazar mesela. Bu aynı zamanda bir davet. Evet yanlış okumadınız tam bir davet. Neye davet biliyor musunuz? Karşılaştırmaya, sorgulamaya, reddetmeye ama en çok da düşünmeye davet. Kısacası ezberden uzak, eleştirel düşünce yeteneğini geliştirmeye davet.
Bir başka güzel kitapta mutluluk ve mutsuzluk kavramları ele alınıyor. En çok hoşuma giden kısmı mutluluk satıcılarına karşı okuyanı çok güzel bir yerden uyarması. Belirli ve tek bir mutluluk tarifi olamayacağını belirten yazar bu kavramın herkeste farklı şekillerde işlediğini belirtiyor. Bu nedenle öğretilen, daha doğrusu ezber bir yaşam üzerinden gidenlerin sadece mutluluk satıcılarının işine yaradığını, aksini yapanların ise daha mutlu olduklarını belirtiyor. Ne mesela en önemli şey, kişinin kendisini neyin mutlu ettiğini bilmesi. Bunun için kişinin kendisini tanıması, kendisini bilmesi gerekiyor. Dolayısıyla aslında yaşam kişisel bir serüven olduğu kadar kıymetli de bir süreç.
Çokça kitap ve kavram var seride ama burada sadece bazılarına değinmek durumundayım. İşte onlardan bir tanesi de Yaşam ve Ölüm. Çocukların, hele de doğadan uzak yaşayan çocukların doğa döngüsünü anlaması veya yaşam ile ölüm arasındaki bağlantıyı kurması daha da zorlaşıyor. İşte bu seride bu konunun ele alınması bence bu anlamda önemli. Belki konuşmak ve üzerinde düşünmek gerekiyor hayata dair olan her şeyi çocuklarla. Elbette uygun şekil ve kelimelerle. Çıtır Çıtır Felsefe serisi iyi bir yol gösterici görevi görüyor. Yaşamanın anlamlı ve kıymetli olmasının tek canlı türüne ait olmadığını belirten kitap kendimiz dışındaki diğer canlıların da yaşamını önemsediğimiz oranda hayatın önemli olduğunu belirtiyor. Ayrıca önemsememek halinde ise kendi yaşamımızın da tehlikeye girdiğinin altını çiziyor. “Hiç kimse bütün canlı varlıkların aynı ailenin üyesi olduğunu unutmamalıdır” diyor mesela. Bunu bilmek ve içselleştirmek hayattan daha anlamlı geçmek şüphesiz.
Adalet ve Haksızlık kitabında haksızlığın şiddeti doğuracağı ve adaletsizliğin öfkeyi çoğaltacağı belirtiliyor. Gündelik hayattan ve çocuk gözüyle ele alınan her kavram gibi bu kavramlar da onların dünyasından damıtılarak aktarılıyor. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Çocuk Hakları Bildirgesi de bu kavramlar ele alınırken konuya dahil ediliyor ve iyi de yapılıyor. Bu hakları bilen yetişkinlerin çocuklar adına her adımlarında daha özenli ve dikkatli olacaklarını umarak bir başka kitaba geçiyorum.
İnanmak ve Bilmek işte onlardan bir başkası. Karmaşık gibi görünen tüm kavramlar Çıtır Çıtır Felsefe serisinde ilmek ilmek çözülüyor. Tekrar ve altını çizerek belirtmem gerekiyor ki ben bir yetişkin olarak bu seriyi ve genelde çocuk kitaplarını okurken çok keyif alıyorum. Basit ve duru bir anlatımla bilgilerin gündelik hayata ve özellikle çocukların dünyasına nasıl aktarılabileceği ile ilgili iyi bir yol açtığı için keyif alıyorum. Aktarmak mı rehber olmak mı, yoksa sadece okumak mı, bunlar herkes için değişebilir. Ben okuduklarım üzerinden söylemek isterim ki boş zamanlarınızda saçma sapan ve zihninizi kapatacak görsel ve işitsel şeyler yerine bu seriyi ve buna benzer şeyleri alın yanınıza. En iyi yol arkadaşı olacaklarına eminim. İnanmak ve Bilmek arasındaki farkı o kadar güzel örneklerle anlatıyor ki bu kitap üstüne ilave diyecek söz kalmıyor. Belki de bu yüzden ben yazarken zorlanıyorum, en iyisi alıp tek tek seriyi okumak. Sadece şu kadarını aktarmak istiyorum: “Bağnazlar, bilginin ve mutlak gerçeğin tek sahibi olduklarından kuşku duymayan insanlardır; bunu başkalarına da dayatmak isterler; inandıkları şeylerle ilgili onlara sorular sorulmasına katlanamazlar.” Sırf bu yazılan üzerinden bile daha çok soru soran çocuklarımıza seslerini çıkaracak alanlar sağlamakla yükümlüyüz. En güzel, en doğru, en katıksız alan onların çünkü. En geniş hayal gücü onların. Dolayısıyla özellikle çocukların eğitim ve gelişimlerinde bağnazlık ile ifadelendirilecek her türlü kişi ve kurumun olmaması gerekiyor. Soyut ve somut kavramları ayırt etmekten yoksun çocukların zihinlerini sadece evrensel değerler ile geliştirmek bana kalırsa sadece bir insanlık görevidir.
Seride Bildiklerimiz ve Bilmediklerimiz, Oğlanlar ve Kızlar, Liderler ve Diğerleri, Haklar ve Ödevler, Doğa ve Kirlilik, Başarı ve Başarısızlık, Aşk ve Dostluk, Özgür Olan ve Olmayan, Zaman Çok ve Zaman Yok, Şiddet ve Şiddetsizlik, Savaş ve Barış, İş ve Para, Güzellik ve Çirkinlik, Gerçekten ve Yalancıktan, Diktatörlük ve Demokrasi, Ben ve Başkaları, Beden ve Akıl gibi kitaplar da var. Her biri üzerinden yazmaya kalksam bu yazı dizisinin alanı yetmeyecek. Serideki 12 kitabı kütüphaneden ödünç alarak okudum ve kalanlarını da en kısa sürede okuma niyetindeyim. Brigitte Labbé’nin karmaşık kavramları çocuklara aktarma isteği ile Michel Puech’in dizinin felsefi içeriğini denetlemesi ile ortaya çıkan bu güzel kitapların resimleyenini de es geçmek istemiyorum. Çocuk kitapları çizerlerine ayrıca saygı duyuyorum çünkü hem hayal güçlerini geliştiriyorlar hem de sanki yazılanların ruhunu uygun bedeni seçiyorlar. Çoğu zaman çizimler yazılanlardan etkili olabiliyor. Bu anlamda Jacques Azam’ın katkısı önemli.
Felsefe okuyan, içselleştiren ve çocuk dünyasını geliştirmek için yola çıkan herkese selam olsun. Kötüler var ve maalesef çoklar ama bize iyi gelen tıpkı bu seride olduğu gibi evrensel değerleri tüm Dünya çocuklarına taşıyanlar. Yazanı, çizeni, çevirmeni, yayınevi ve dağıtıcısı ile bunları öğrencilerine, çocuklarına, yeğenlerine vb okuyan herkese de selam olsun. Okumayı sevmeyen çocuklar için okuyup kavramları onlarla bir şekilde konuşan, resme döken, kısacası hayatı çocuklarla eşit şekilde paylaşan herkese selam olsun. En çok da çocuklar için çabalayan sivil toplum kuruluşları, yetkili ile ilgililere selam olsun. Herkes selamını çocuk gözyaşlarını kahkahaya çevirmek için alsın lütfen…
Metnin Yayınlandığı Gazete için tıklayınız
Son Yorumlar