Süper İyi Günler
Karmakarışık hissediyorum desem nasıl bir giriş yapmış olurum acaba? Ama tam da böyleyim. Otistik bir çocuğun ağzından onun hayat hikayesini dinlediğimiz bir roman var elimde. Kütüphaneden alınca bakındım ve sonrasında elimden düşüremedim. Biliyorum, ben hiç bir zaman klasik bir tanıtım veya eleştiri yazısı yazma tarzını yürütemedim ve niyetim bu da değil. Sadece bende kalan duygular üzerinden paylaşmayı seviyorum ve bu yazı da onlardan bir tanesi. Yoksa edebi değeri üzerinden konuşacak olsam yazacağım alanlar değişebilirdi. Neyse, kendi blogumda Süper İyi Günler’i konuşmak galiba kitabın son sayfasını okuduktan sonra yapabileceğim en güzel şey. Mark Haddon yazıyor ve Övgü İçten de Türkçe’ye çeviriyor. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından basımı yapılan kitap pek çok açıdan kafa karıştırıcı. Ama en çok da anne ve babalar için, öğretmenler, bakım verenler için bir rehber niteliğinde. Bunun dışında hepimiz için de okunması gerekenlerden, toplum içinde yaşamak anlamayı da gerektirdiği için en çok da.
Christopher, anne ve babasıyla beraber yaşayan ve okula giden, evcil bir faresi olan bir çocuk. Anne ve baba arasındaki gerilimi hisseden ve kavga esnasında o sesi dışarda bırakmak için olabildiğince ses çıkaran ve dünyayı “normal” insanların dışında algılayan birisi. Elbette yalnız değil, onun gibi bir sürü insan var yeryüzünde. Seslerin ve insanların fazlalığı karşısında bocalayan, dokunmaktan hoşlanmayan, rutini seven ve belirli konularda takıntıları olabilen birisi kahramanımız. Anne, kendisini baba kadar sakin ve sabırlı hissetmiyor, çabuk geriliyor ve yoruluyor ve istemediği durumlara düşüyor. Baba ilk aşamalarda daha sakin ve anlayışlı ama eşi kendisini komşusu ile aldatıp evden kaçınca bocalamaya başlıyor. Hem oğlunun sorumluluğunu tek başına üstleniyor, hem de eşiyle olan sorunlarıyla baş etmeye çalışıyor. Bu süreçte o da bir sürü hata yapıyor ve Christopher’a önce annesinin hastalandığını ve hastanede olduğunu, sonra da kalp krizi geçirip öldüğünü söylüyor. Böylece baba ve oğul için iki kişilik yaşam başlıyor. Ancak kitap, kahramanımızın komşusunun(Christopher’ın annesinin beraber kaçtığı komşusu) köpeğinin ölümünü gördüğü kısımla başlıyor ve böylece bir dizi soru da Christopher’ın zihninde yanıt bekliyor. Köpeği kim öldürdü, neden öldürdü diye hem dedektiflik yapan ve kendi konfor alanından çıkıp yabancılarla iletişime geçen Christopher oldukça zorlanıyor. Babasının uyarılarına rağmen merakına yenik düşen kahramanımız bu sırada babasının kendisinden gizlediği mektuplara ulaşıyor ve aslında annesinin ölmediğini, Londra’da sevgilisiyle yaşadığını öğreniyor. Buna ilave olarak her hafta oğluna mektup yazdığını ama bu mektupları babanın oğluna vermediğini de öğrenmiş oluyoruz okur olarak. Tüm bunlara ilave olarak babanın aslında köpeği öldüren kişi olduğunu da öğreniyoruz. Tüm bunlar Christopher için çok zor geliyor ve kendisini güvensiz hissetmeye başlıyor, babasından korkuyor ve annesini bulmaya karar veriyor. Maceraya atılan kahramanımız tek başına Londra’ya gitmeye karar veriyor.
Otizm konusunda azıcık farkındalığınız varsa bu yolculuğun ne kadar zor geçtiğini hayal edebilirsiniz. Kalbim sık sık hızlı attı Christopher’ın bu yolculuğu esnasında. Akıl yürütmesi, kendisini sakinleştirmeye çalışması, aç kalması, temel biyolojik ihtiyaçları için zorlanması o kadar gerçekçi ve dokunaklı ki, onun yaşadıkları için herkese öfkelenirken buluyorum kendimi okur olarak. Köpeğin ölümünü merak edip başladığı dedektiflik oyunuyla beraber yazmaya başladığı kitabı böylece devam ediyor. Biz de o kitabı okuyoruz işte, hem de onun ağzından. Ses gibi, koku kaydı da var zihninde Christopher’ın ve bunlar onun hayatını hem zorlaştırıyor, hem kolaylaştırıyor. Nihayetinde zorlu ve uzun süren bir yolculuğun sonunda annesine kavuşan kahramanımızı burada da annesinin sevgilisi ve eski komşuları olan Bay Shears endişelendiriyor. Ayrıca yıldızları izleyemediği, bahçesi olmayan ve çok kalabalık olan bu şehir onun eski yaşamına göre çok daha kısıtlayıcı ve zorlayıcı bir hal alıyor. Okulunda girmek istediği bir matematik sınavı var ve bunu geçip başarısını sürdürürse üniversiteye gidebileceğini biliyor. Aklı bir taraftan da sürekli bununla meşgul. Yaşam bir kez daha herkes için değişiyor ama baba oldukça üzgün, endişeli ve pişman olarak sürekli olarak oğluna ulaşmaya çalışıyor. Onun peşine Londra’ya geliyor ama oğluyla iletişim kuramıyor. Sonunda anne, işinden kovuluyor ve oğlunu alıp eski eve geri geliyor. Bir süre o evde oğluyla kalıyor ve eski eşi de başka bir evde kalıyor. Amaç sadece Christopher’ın yaşamını biraz daha düzenleyebilmek ama onlar da kendi kavgaları, duygu karmaşaları ve hayat mücadeleleriyle çok zorlanıyorlar. Zorlandıkları yerden zorluyorlar da Christopher’ın hayatını. Tüm bunlara rağmen okuldaki matematik sınavına girip başarı sağlayan kahramanımız için zamanla bir şeyler eskisinden iyi hale dönmeye başlıyor. Kitabını yazarken ve aslında hayatta zorlandığı her konuda ona son derece destek olan bir öğretmeni var ve onunla tekrar konuşabilmesi bile çok güzel. Hayatında galiba en fazla olumlu etkiyi ondan görüyor. Bu arada evcil faresi ölüyor ve onun kaybını da yaşıyor Christopher ama babası bir şeyleri yeniden inşa etmeye oldukça kararlı ve ona bir köpek yavrusu alıyor. Onunla kalmak zorunda değil ama babasına geldiğinde köpekle ilgilenebilir ve hatta onunla markete gidebilir. Dokunmayı sevmeyen kahramanımızın kucağına oturan köpeği okşaması çok dokunaklı geldi bana. Onunla kurduğu iletişim oldukça duygusaldı ve evcil faresiyle de. Kitabın sonunda hayallerinden bahseden ve bunlar içinde üniversiteye gidip bilim adamı olmayı istediğini belirten kahramanımız şöyle diyor “Ve bunu yapabileceğimi biliyorum çünkü tek başıma Londra’ya gittim ve Willington’ı kimin öldürdüğüne dair gizemi çözdüm ve annemi buldum ve cesur davrandım ve bir kitap yazdım ve bu, her şeyi yapabileceğim anlamına geliyor.” Ben de diyorum ki, “Sana kesinlikle katılıyorum Christopher, harika bir insansın.” Çok şey var içimde ama “yalan söylemeyi beceremeyen” bu insanları sanırım hayatımızın beyaz sayfalarına benzetebilirim ve insanların hataları onları kirletmeye çok hazır; daha doğrusu o hatalarla en çok kendi insanlığımızdan kaybediyoruz. Bununla birlikte deneyimlemediğim bir yerden ve üst perdeden konuşmayı hiç istemem ve anne baba olmak zaten yeterince zorken ve güzelken aynı zamanda, yine de bu özel çocukların ebeveyni olmak bir kat daha zorlaşıyor ve aynı zamanda insanı dönüştürüyor muhtemelen. Babanın oğlunda kaybettiği güveni yeniden inşa etmek için çırpınması, yavru bir köpeğin bakımını üstlenmesi, bahçe düzenlemesi, annenin tedavi sürecine girmesi, oğlu için yeniden hayata tutunması kıymetli. Elbette oldukça olumsuz yan da var ama belki de kitabın bu kadar okur olarak beni kendine bağlaması biraz da bu gerçekçi yanından kaynaklı. Edebiyat bu yüzden böylesine güzel ve kıymetli. Bir yaşamı size her yönüyle açıyor işte ve bu kitabı okuduktan sonra eskisi gibi yüzeysel bakamazsınız bu konuya mesela. Emeği geçen herkese teşekkür etmek istedim…
Son Yorumlar