Tek göz odalı ev, bir dünya anı :)
Baştan söyleyeyim bu yazı yüksek nostalji yazısıdır. Kırık dökük bir şehri(Kocaeli, 1999) arkamda bırakıp İzmir’e gittiğimin üçüncü senesinde kendi evime (ay pardon tek odalı minik daireye) geçtiğim ve tek penceresinden portakal ağacını her gördüğümde mutlu olduğum günlere özlemdir. Dördünce senesinde de Ferhan’la oda arkadaşlığı yaptığımız mekandır. Birkaç gün önce bir günlüğüne gittiğim İzmir’de evime gidince çok ama çok mutlu oldum ve koşa koşa kapıya gittim. Hatta zile basıp da kimse açmayınca başka dairelerin ziline bastım. Hani belki benim kaldığım daire zili bozuksa diye bir ihtimal bir de iç kapıdan çalayım istedim kapıyı. Açan olursa içeri ve 44 yaşımdan geriye 20’li yaşlarıma bir selam vereyim istedim ama olmadı. Bana eşlik eden kızım da halime bakıp şaşırdı ve açıkçası biraz da yadırgadı. “Anne, tamam işte kimse yok, neden ısrarcı oldun ki?” dedi ya, o nasıl anlasın benim için oranın anlamını dedim içimden. Sonra da hala görüştüğümüz Eylem ve Ferhan’la ortak olduğumuz gruba resimleri yolladım. Kızlarrrrr, evime/evimize geldim diye. Onlar anladılar, hatta Ferhan “Ben senin duygularını anlıyorum ama Armin’in tepkisini de anlıyorum” dedi. Aradan geçen 25 sene çok şey kattı bana, tek kişi gittiğim şehre 4 kişilik çekirdekçik ailemi götürdüm mesela. Bundan güzeli var mı dedim giderken. Dairenin kapısı ben ordayken tahtaydı ve bu sefer gittiğimde baktım ki çelik kapı olmuş. Bir de klima takılmış, bence artık gerekli; çünkü sanırım İzmir’de yazın başka türlü nefes almak daha da zor. Tüm bunların yanında o portakal ağacı duruyor ve o minik camın önüne bitkiler koymuşlar 🙂
Kapı açılmayınca birazcık üzülmüş olabilirim. Bu üzüntümü sevgili arkadaşım Uğur’a yazdım ama “Açsa biraz tuhaf olacakmış. Açmamış iyi ki” dedi ya, ah Uğur sende anlamadın ya beni, ne diyeyim sana 🙂 O minicik evin içine 2 tane çekyat ve bir tane açılır kapanır yatak koymuştuk. Minicik bir tüplü televizyon (pembe renkli ve hala evimde duruyor) vardı bir de. Haftada 7-8 film izlerdim yalnız yaşadığım o ilk senede. Fakülteden hocalarım vhs kasetlerde filmleri getirir verirdi bana, ben de izlerdim. Nasıl besleyici ve muhteşem dönemmiş. Elbette boş durmadım, o dört yıllık lisans döneminde 6 kez ameliyat olmuştum. Hastane de hemen evin karşısındaydı. Hastaneye de, fakülteye de yürüyerek giderdim. 525 numaralı hat vardı ve ücretsizdi ama eğer geç kalmadıysam pek kullanmazdım, çünkü benzetmede hata olmazsa Hindistan toplu taşıma sistemi gibi her yerinden insan sarkıyordu. Sonra öğrendim ki o hat ücretli olmuş. Açıkçası buna içerledim biraz, ne gereği var onca öğrenciden 3-4 km için ücret almaya dedim kendi kendime. Alın şimdi yazı ile kendimden de dışarı söylemiş oldum. Konservatuvar binalarının önünden ve onların müziklerinin eşliğinde yürüyerek ve elbette Yeşil Köşk’ü geride bırakarak yürümek çok güzeldi. Gençtik, yorgunluk nedir bilmezdik, yoksul ama güzeldik, paylaşmayı bilen dostlarımızla çevriliydi etrafımız ve bu anlamda aslında çok ama çok zengindik. Neyse o tek odalı evin minik bir bölümünde minicik bir tezgahın olduğu mutfak, hemen yanında da tuvalet, banyo vardı. He bir de böyle ardiye gibi ama bir metrekare diyelim, tül perde ile ayrılmış eşya konulacak bir bölmesi vardı. Oraya annemle babamın evlenirken aldıkları ilk elektrik süpürgesi, ablamla benim büyüdüğümüz için aynı yatağa sığamıyoruz diye aldığımız açılır kapanır yatağımızı koymuştuk. Yerde yine annemle babamın evlenirken aldıkları halı vardı ve onların ilk buzdolapları. Bir de elektrikli iki gözlü ocak ile yine elektrikli şofben vardı. Şimdi bunlar neden elektrikliydi biliyor musunuz; çünkü bu daire aslında kapıcı dairesi olarak planlanmış ama sonra yönetim kiraya vermeyi düşünmüş. Hal böyle olunca, ısınma, elektrik ve su ücretsizdi 🙂 Şimdi bakıyorum da, öğrenci için bundan fazlası olamaz elbette. İşte o minik yaşam o zamanlar aslında odalı evlere göre çok mutevaziydi ama zaman geçince bir baktım ki moda değişti, rüzgarın yönüne göre değişen ev ve yaşam şekilleri sonucu bu tip daireler 1+0 diye geçiyor ve en fazla rağbet görenler arasına girmiş. İnsanlar yurt odalarına 15-20 bin vereceğine, tek odasındaki dairesine o parayı vermeyi uygun görür olmuş. Benim hiç odam olmadı kendi evimde mesela. O nedenle ikinci senemde bu daireyi Ferhan’la bölüşünce de zorlanmadım. Ama kızıma anlatınca “Anne iki kişi nasıl yaşadınız, hiç mi tek kalmak istemediniz?” deyince aradaki farkı anladım. Bir söyleşide Prof. Dr. Ayşe Tuba Ökse hoca demişti ki “Saadet hnm alan çalışmalarında çok zorlanıyoruz. Kazıya gittiğimizde çocuklar birarada yaşamayı bilmiyor. Hepsi tek kişilik odalarda büyümüş, biz ablamla aynı odayı paylamıştık ve bunlar bizim döneme göre farklı bir şekilde ve daha bireysel yaşamaya alışkın” demişti. O geldi aklıma. İşte kızım da galiba bizim dönemden biraz daha farklı büyüyor. İnsanın kendine ait bir odasının olması lüks değil elbette, hele de şimdi aklıma mesela Virginia Woolf’un “Kendine Ait Bir Oda” kitabı gelmişken. Ama bizim payımıza bölüşmek düştü işte. Güzel de anıyorum o zamanları. Hem; iki kişi ayakta olsa üçüncü kişinin geçemediği kadar dar olan 6 kişilik yurt odasını ve oradaki arkadaşlarımı, hem de bu minicik evdeki paylaşımları özlüyorum. Sevgiyle hatırlıyorum, yüzümdeki tebessümle ve iyi ki diyerek. Yurt demişken, hemen Bornova’daki Kredi ve Yurtlar Kurumu’ndaki o 2.kat 5 numaralı odadaki sevgili arkadaşlarım; Elçin, Kamer, Pınar, Seyhan ve Arzu sizi de sevgiyle anıyorum. Elbette gidenlerin yerine gelen Raziye ve Evrim’i de. Yan odalarda kalan çılgın arkadaşlarımızı da. Ay ay, başka bir yazı konusu olur o yurt maceraları.
Yalnız erkeklerin askerlik maceraları gibi benim de lisans dönemi maceralarım bitmiyor ama şükür burası benim çöplüğüm ve istediğim kadar eşeleyebilirim 🙂 İzmir’i karnımdayken dinleyen kızım, bu sefer 13 yaşında ilk kez gördü. O da bir güne ne sığarsa işte. Ama yine de Alsancak’ta mesela gece 23.30’da cıvıl cıvıl ortamda dolaşırken “Anneeee, burası nasıl bir yer, herkes rahat ve herkes istediği gibi giyiniyor, dolaşıyor ve yaşıyor” dedi. Evet çocuğum, bu şehir güzeldir, özeldir, en çok da kadına alan tanır. En sevdiğim yanlarından biri de o Kordon’da geç saatlere kadar el ele insanları görebilmektir her yaş grubundan. Mekan insanı sınırlıyor ve genişletiyor da. Bunu o kısacık zamanda deneyimledi bizim kız. Neyse içimde var bir takım hevesler. Umarım tüm çocukların özgürce dolaşacakları, gezecekleri, eğlenecekleri, insanca yaşayacakları mekanlar çoğalır ve en azından ama o da en azından bizim kadar şanslı hissederler kendilerini öğrenim hayatlarında. Sevgili Ege Üniversitesi, ben aslında seni tercihlerime yazmayı hiç düşünmüyordum ama son gece babam gelip salonda ablamla beni tercih yaparken gördüğünde “İzmir’i yaz, orası güzel, ben yaşadım. Hem ben de gelirim oraya” dedi diye yazdım. Babam göremedi kazandığımı, yaşam bu sözlerden minicik bir zaman sonra onun hayattaki yolcuğunu bitirdi ama bana da ilk iki tercihimin arasına Ege’yi sıkıştırmak ve sonra da gitmek düştü. Ne güzel bir düşüştün sen öyle, ne güzel şeydin başıma gelen, ne güzel sarıp sarmaladın beni. İyi ki dediğim yıllar, her şeyine rağmen ve hep iyi ki….
Son Yorumlar