Sevmekten kim usanır, hele de çocuksanız…
Bir süredir “Bir Aile Meselesi” adlı podcast serisini dinliyorum. Bugün dinlemeye başladığım kısım da (ancak yolda işe gelirken kendime ait zaman kalıyor ve çoğunlukla o zamanlarda istediğim şeyleri dinleyebiliyorum) “Sevmek, Sevilmek Öğrenilir mi?” kısmı. Açıkçası bitmedi ama bir yer geldi ve o an beni aldı lise yıllarıma götürdü. O nedenle yazmazsam sanki duygu içimde büyüyecek gibi. Prof. Dr. Zeynep Cihangir Çankaya ile Psikolojik Danışman Serdar Çankaya sohbet ediyor ve kendi deneyimlerinden de örnekler veriyorlar. Çocuk büyütürken yaşananlar ile, o süreçte kendi çocukluğunuza olan yolculuğu da gözden geçirmenizi sağlıyor bu güzel çift. Samimi, içten ve oldukça rahatlatıcı bir sohbet ortamları var. Bugün dinlediğim kısımda da kendi evinde öz bakımı verilmiş ama sevgiden yoksun kalmış çocukları ele alıyorlardı. Sevginin ne demek olduğunu konuşurken onun eksikliği ile büyüyenlerin aslında bunun da pek farkında olamadıklarını, uzun süre bunun ayırdına varamadıklarını söylüyorlardı. Bir yerde “ne zaman ki lisede mesela birine yatılı gidiyorlar, işte o zaman kendi ailelerine dışarıdan bakıp oradaki eksiği görüyorlar” dediler. Çok doğru bir tespit. Lisede yatılı gitmediyse ve üniversite ile il dışına gittiyse çocuk, o zaman da başka aileler ve onların yaşam şekillerini görüp, o zaman kendisine ve kendi ailesine uzaktan bakabilmeyi becerebiliyor. Bizim gibi ülkelerde o ayrışma bu koşullarda oluşabiliyor ve aileden biraz ayrışma nedense sıkıntılı bir durum gibi algılanıyor ama aslında insanı çok büyüten, geliştiren ve kendine döndüren bir şey.
Şimdi ben bu ikiliyi dinlerken aklıma bir anı geldi ve bunu mutlaka yazmalıyım dedim. Geçen gün çalıştığım kurumdan birini gördüm ve çocuklarını sordum. Sonra da iki tipik ebeveyn gibi çocukların ergenlikleri ile kendi ergen hallerimizi karşılaştırdık. Değişen şeylerden dem vurduk. Ben bir anda “Annem gözleriyle yönetirdi bizi, cümle sarfetmesine gerek bile kalmazdı, babam eve geldiğinde de resmen hazır ol vaziyetine geçerdik” dedim. Karşımdaki de benzer şeyleri söyledi. Yani biz babalarımızdan korkarak büyüdük. Ben 1981 doğumluyum. Karşımdaki de muhtemelen benzer yaşlarda. Dolayısıyla biz bir kuşak sevmenin üzerimizdeki tüm kararları veren ve korktuğumuz için itaat ettiğimiz kişide cisimleştiğini varsaydık. Bunu bir yakınım da bir gün şöyle ifade etmişti: “Ben 3 erkek kardeş ve bir babanın içinde büyüyen tek kızdım ve onlar hep beni kısıtlardı, tüm davranışlarımı sınırlayıp, giyinmemi de eleştirirlerdi. Ben bunu beni sevdikleri ve korumak istedikleri için yaptıklarını düşünerek büyüdüm. Sonrasında hayatıma giren insan da bana neyi nasıl yapmam gerektiğini söyleyip hayatımı kısıtladığında onun da beni sevdiğini düşündüm. Çünkü bendeki sevme şekli buydu” dedi de içim yandı. Çünkü hak etmediği bir ilişki içindeydi ve neyse ki çıktı oradan. Ama tüm dinlediklerim insanın aslında farkında olmadan bildiğine gittiğini, geçmişinde deneyimlediği alanda gezdiğini söylüyor. Ben de bunun aksinin de mümkün olduğu alanları biliyorum ve oralara gitmenin zorluğu ile güçlendirici yanına dem vuruyorum. Bu da büyüme, algının gelişmesi ve aslında en çok kendinle uğraştığında oluyor. Seni en çok sen tanıyabilirsin ve oralardaki eksiği görebilirsin. Bu konuda okumak, dinlemek, destek almak vb adı her neyse, ona odaklanıp insanın en çok kendini onarma telaşına saygı duyuyorum. Gelelim yukarıdaki sohbetin devamına. Hani podcastte diyor du ya, bir gün başka bir ailedeki ilişkileri görünce kendisindekini anlıyor diye. İşte ben de lisede binbir güçlükle annemin de desteği ile babamı ikna edip bir gece arkadaşımda kalmıştım. Başından itibaren her şey ama her şey farklıydı. Önce bir kafede oturup sohbet ettik ve başımıza taş düşmedi mesela. Sonra arkadaşımın evine gittik ve buzdolabının kapısında bir not vardı. Arkadaşım notu aldı ve orada ona babasının yazdığı bir şiir vardı. Bir de buzdolabına ona aldığı pastayı koymuştu. Arkadaşım şiiri okudu ve dolabı açtı. Tüm bunlar, bana oldukça değişik geldi. Bir babanın kızına şiir yazması ve o şiiri evdeki herkesin göreceği yere bırakması sanki tüm duyguları masaya bırakmak gibi bir şeydi benim için. Şimdi belki ben de yazarak aynısını yapıyorumdur ama bu yaşımla 🙂
İlk defa o gün kendi ailemden ve babam geldiğinde “hazır ol”a geçtiğimiz ilişki şeklinden başka türlü ilişkiler, başka türlü baba-kız ilişkileri olduğunu farkettim. Herkesin büyümesi, büyürken kendisine rehberlik ediliş şekilleri farklı. Güzel olan; büyüme aşamasında içinden çıktığımız aileye de uzaktan bakmak ve oradaki halimizi görmek. Şimdi kendi ebeveynliğimde sevginin hissetmekten daha başka şekilde çocuklarımın hissettiği noktaya evrilmesi için daha çok düşünüyorum. Yazdıklarımın yanlış anlaşılmasını istemem, herkesin çocuğunu sevme ve bunu gösterme/gösterememe durumu farklıdır. Sadece dinlediğim podcastin hayatımda düştüğü veya ilk hatırlattığı kısma değinmek istedim. Ayrıca çocukları olarak sadece biz değil, babamın tüm kardeşleri onu görünce “hazır ol”a geçerdi. Herkesin onunla ilgili en temel söyleyecekleri sinirli ve korkulası olduğuydu. Ama bunun yanında o da 13 yaşındayken gurbete gidip çalışmak zorunda kalmış ve aslında bir sürü şey yaşamış biriydi. Kendi yaşayamadıklarına göre ve kendinden alınanlara göre kendini aşan bir babalığı vardı. İçindeki çocuk bazen ortaya çıkardı ve o zamanlar çok eğlenceli olurdu mesela. Erken gidişi ile aslında yarım kalan sadece yaşam değil, değinilmemiş pek çok konu ve duyguydu. Kendi hayatını yazmıştı ve kitaplaştırmak için de görüşmüştü bir yerlerle. Sonra da “Ben yazdıklarımı okudum ve çok ağladım, çocuklarım bunları bilsin, okusun istemedim. Onun için yırttım yazdıklarımı” demişti. Onun ani gidişi sonrası iş yerine gittiğimizde ablam da ben de önce o kitap taslağına baktık ama yoktu sahiden. Bilmem, belki de doğrusunu yapmıştır ama bu yaşımdan bakınca keşke okuyabilseydim diyorum o yazılanları. Yaralıyız hepimiz, yaralarımıza bakmak, iyileşmek için önemli. Onları görmek ve varlığından haberdar olmak, sonra da yine kendi ilişkilerimizdeki halimizi sorgulayarak çocuğumuza dönmek. Sahiden zor iş çocuk büyütmek; ona rehberlik etmek ve bunu yaparken kendi çocukluğunun sana eşlik etmesi. Bu da böylesi bir not olsun buraya 🙂 Yalnız bir psikolog arkadaşım bir gün “Sen istediğin kadar debelen, benim odamda senden kaynaklı olanları anlatacak” demişti de bir aydınlanma yaşamama sebep olmuştu. Hadi bakalım, meydan herkesin, hepimiz o sorgu tahtasına çıkacağız, kaçarı yok 🙂
Bu vesile ile kendisine gösterilen ebeveynliğin biraz daha iyisini çocuğuna vermek isteyen, bunun için kendini törpüleyen, geliştiren ve çabalayan tüm babaların günü tekrar kutlu olsun.
Not: Görseli de çok sevdim, bizim Şakir bir yerde oturduğumuzda aniden babasının koluna girmişti ve benim de içim ısındı 🙂
Son Yorumlar