Çocukluğumun Kişileri ve Katmanları
Aslında her şey basit bir pazar gezmesi ile başladı. Nisan ayına gelmişiz ve neredeyse her rafta çilek var. Şakir de ikide bir “Anne çilek alalım, çilek alalım” deyip durdu. Ben de sadece azıcık aldım nefsi körelsin diye; çünkü sanki daha zamanı değil gibi geldi bana. Nisan dediysem daha bugün ayın biri. Neyse yolda gelirken de evde yemeğini yiyip biraz aşağıda oynayabileceğini söyledim. Artık balkondan onu izleyebiliyorum ve aşağıda onu bırakabiliyorum, elbette bir sürü kural ve sınırlarımızla birlikte. Bugünlere kolay gelinmiyor diye detaya giriyorum; çünkü sahiden çocuk büyütmek kolay hikaye değil. Eskilerin dediği gibi “bir çocuğu bir köy büyütür” döneminden şehir yaşamı, güvensizlik, bireysel yaşamlar derken en fazla kadınların zorlandığı dönemlere denk geldik. Çalışan olmak ayrı, çalışan anne olmak apayrı şeyler. Ben de yine Şakir’in rahatsızlığı nedeniyle evdeyim ve bu nedenle beraber pazara gidebildik. Neyse pazar dönüşü ne oldu dersiniz? Bilemezsiniz tabii, nereden bileceksiniz 🙂 Hemen söylüyorum; Şakir’i siteye girince arkadaşları çağırdı diye bizimki hemen atladı aşağıya. Ben de eşyaları alıp eve çıkacaktım ki, park eder etmez 3 kişi olarak yanımda belirdiler. “Anne, arkadaşlarım da çilek seviyormuş, alabilir miyiz?” dedi bizimki. Ben de “tamam eve geçeyim, yıkayayım, size sepetle indireyim aşağıya, alırsınız” dedim ama ne mümkün. Ben daha eve gelip poşetlerimi yere koydum kapı çaldı. Şakir ve iki arkadaşı kapıda “Hadi, çileklerimiz nerede kaldı?” demezler mi 🙂 Çok tatlılar, çok güzeller ve cin gibiler. Hemen hızlandım, çilekleri yıkayıp kaseye koydum ve ellerine verdim.
Bu hali hemen beni çocukluğuma götürdü. Babam İGSAŞ çalışanıydı ve onların market yapacakları küçük bir yerleri vardı fabrika yanında. Oradan genelde alışveriş yapıp eve gelirdi. Buraya kadar sorun yok, eve getirdiklerini çoğunlukla Servet alır dışarı götürür, “Babam zaten bunlara para vermiyor ki, bize bedava geliyor” diyordu bir de. Bir an, sadece bu yönüyle Şakir’in dayısına benzediğini düşündüm. O çocukluktaki saf ve güzel hali çok hoşuma gitti. Servet hala aynı desem yanlış bir şey söylemem. O nedenle de ticaretin içinde olması hep hepimizi tedirgin etmiştir. Gönlü geniş, eli cömert insanların “bence” iş alanı değil ama onun tercihi ve umarım bu tercihinden hep memnun kalır. Şakir’e gelince, onun karakteri farklı ama bugünkü davranışı ile direk çocukluğumdaki o günlere gittim. Yine bakkaldan deftere yazdırdığımız ve ay sonunda ödeme yaptığımız zamanlarda, Servet aynı şeyleri söyler ve bakkaldan alıp eve getirdiklerimizi dağıtırdı. Son olarak; o mahalledeki neredeyse ilk bisiklet Servet’e alınmıştı ama o, tüm sokaktaki arkadaşları da binsin diye, sırayla binerdi bisiklete. Arkadaşlığın, dayanışmanın, paylaşmanın, bir olmanın ve yokluğu bölüşmenin en güzel anlarıydı. İçindeyken anlamazdık ama şimdi geriye dönüp bakınca bazı açılardan sahiden de “değer” kelimesinin anlamını yitirmediği zamanlarmış. Şakir’in ve arkadaşlarının halleri de beni o günlere geri götürdü.
Sadece bu değil ama bir başka şey daha beni çocukluğuma götürdü. O da, tam yine bu konu aklımdayken kuzenim Meltem’le telefonda konuşurken kapının çalması ve Şakir’in kızgınca içeri girmesiyle oldu. “Anne, eve geliyorum, Hasan geldi yine, ben sulamadım ama güvenliğe gitti beni söylemeye, ben yapmadım, o yüzen geldim” deyip, ben daha konuyu anlamadan bir hışımla balkona gidip aşağıya bağırmasıyla başladı her şey. Aşağıda haksızlığa uğradığını düşünüp, bir de üstüne güvenliğe şikayet edildiğini sindiremediği için eve kaçmıştı ama balkona gelince (benzetmede hata olmaz) kuyruğu dik tutup aşağıya bağırıyordu. Tam o an, Meltem’e de söyledim telefonda; aynı Rabia teyze gibiydi bizim Şakir. Bu yazıyı okuyanlar arasında Rabia teyzenin akrabaları, çocukları, torunları olacak ama olsun, o köyde herkes birbirini tanıyor ve benim çocukluğumun en cümbüş, en komik anıları köydeki o yaşlıların gündelik kavgalarına aittir. Uzatmayayım, hemen söylüyorum; Rabia teyzenin (bu arada kendileri Meltem’in babaannesi olur) danası, Azime teyzenin bostanına girmiş. Aman Allahım küfürler havada uçusuyor, biz de şehirden yaz tatili için köye giden çocuklar olarak şaşkınlıkla onları izliyoruz ama bir yandan da kıyamet kopacak sanıyoruz. İlerleyen günlerde anlıyoruz ki, bunlar gündelik hayatın basit rutinleri, ayrıca onca kavga ve gürültü akşam çayında herkesin birarada çaya oturmasıyla bitiyor. Böyle yazınca çok ilginç ama öyleydi. Belki de “insan insana muhtaçtır” ifadesi ile hiçbir teknolojik aletin olmadığı yerde o insanlar öfkelerini de, kavgalarını da, sevinçlerini de bizlerden çok daha dürüstçe yaşayıp tüketiyordu. Bilemiyorum ama konuya dönersem; Rabia teyze güzelce gidip hiç ses etmeden (bağırtılar, çağırtılar ve küfüler yağmur gibi, akıyorken ama) yavaşça ve sakince danasını alıp getirip ahırına koyduktan sonra kendi evinin damına çıkıp (en tepe ve güvenli alan da diyebiliriz), başladı Azime teyzeye karşılık vermeye 🙂 Tehlikeli alanı terk etmişti ne de olsa, Azime teyze istese de ona yetişemez, onun gibi kıvrak hareket edip, dama bir anda çıkamazdı. Şimdi sıra Rabia teyzedeydi, başladı Azime teyzeyi altta bırakmayacak denli serenatlarına 🙂 Tam seyirlik manzaralar ama bizim gibi ilk kez buna tanık olanlar için. Şimdi bizim Şakir’i de balkona geldikten sonra (3.kat ve aşağıdaki çocuğun asla ulaşamayacağı bir yer) aşağıya bağırması beni o günlere götürdü. Meltem de telefonda kaldı ve ona da dedim; “Ayyy Meltem, bu çocuk aynı senin babaannen” 🙂 Ya niye böyle acaba, yazarken bile gülüyorum, her davranışı beni çocukluğumdaki başka bir karaktere götürüyor, oradakini hatırlayıp gülüyorum ve bazı anları özlüyorum. Sanırım insana dair şeyler üç aşağı beş yukarı aynı. Şimdi Şakir’in bizim taraftan hallerine değindim ama benim bu ara ara kendi kendime gülme halim eşim Emrahcık efendi de çok oluyor. O pek söylemiyor ama kendi tarafından birilerine benzettiği çok oluyor. Sanki çocuk akrabaların karması olarak ailemize dahil oldu, matruşka gibi hep birilerinin halleri beliriyor üzerinde. Boşuna genetiğin 7 kuşak öteye gittiği söylenmiyor, hayat izin verirse bakalım daha kimleri izleyeceğiz çocuklarımızın sözlerinde, davranışlarında 🙂 Hadi bakalım hayat, hazırım, beklemedeyim. Sağlıkla gel, güzellikle gel, şefkatin, merhametin bol olduğu karakterlerinle gel ki, yaşamdan olan tavrımız güçlensin.
Son Yorumlar