Gümüş’ün benzeriyle yürümek…

İlkokul üçüncü sınıftaydım ilk köye gittiğimde. Köye girerken zaten o zamana kadar hiç bilmediğim bir coğrafya, iklim ve kültür eşlik etti bize. Bir de etrafımızda habire dönüp duran bir köpek Gümüş. Özellikle annemin etrafında, babamın etrafında dönüp dönüp durdu ama hiç durmadı. Annem çok duygulanmıştı. Uzun uzun seneler sonra köye gittiklerinde evin köpeği olan Gümüş onları hemen hatırlamış ve çok mutlu olduğunu belli etmek için etrafımızda dönüp duruyordu. Benim ilk kez gördüğüm bu görüntü hem şaşırtmıştı, hem de duygulandırmıştı. Sonra anladım ki özellikle köylerde yaşayan canlılar ailenin bir ferdi gibi oluyor. Ama öyle havadan bir şekilde değil, sahiden evin bir ferdi gibi oluyor. Gümüş de evin insanlarına gösterdiği sevgi şöleni ile bunu ispatlıyordu bizlere. 

Gümüş eve girmiyordu ama evdeki herkesi de çok iyi tanıyordu. Biz çocuklar olarak annemin yaptığı ekmekleri gizli gizli götürüp habire Gümüş’e veriyorduk. Evi sadece yabancı konuklardan değil, her türlü tehlikeden korumaya adamıştı sanki Gümüş kendini. Bir defasında bir başka köye ziyarete gidecektik ve Gümüş peşimize takıldı. Köy yaşamında bir evin köpeği diğerini evinin önünde istemiyor. Sahipleniyorlar evlerini ve korumaya çalışıyorlar. Gümüş’e defalarca eve dönmesini söyledik ama dinlemedi bizi o gün. Sonunda da istemediğimiz bir şekilde diğer evin köpeği ile karşı karşıya geldiler. Çok üzülmüştük bu duruma, neyse ki erken toparladı ve bir daha bizimle gelmedi başka köylere. Bizimle oynardı sürekli ve neşeydi bence o eve. 

Aradan geçen yıllarda onunla geçirdiğim zamanları hiç unutmadım. Çok sevmiştik Gümüş’ü ve galiba o da bizi sevmişti. Evdeki herkesin ne dediğini çok iyi anladığına eminim. Şimdi neden aklıma geldi derseniz; çocuklarla ormana doğru yürürken tam da Gümüş’e benzeyen bir köpek takıldı peşimize. Epey uzun yol yürüdük, arada molalar verdik, çayımızı içtik, yiyeceğimizi yedik ve o köpek bizimle hareket etti sürekli. Ara ara gitti bir yerlere ama sonra aniden yine önümüze çıktı. O kadar çok Gümüş’e benziyordu ki hali, bizim çocuklarla yukarıdaki resmini çekerken yanımdakiler farkında olmasa da ben köydeki çocukluk halime gidip gidip geldim. Nasıl güzel, nasıl kıymetli zamanlarmış. Nasıl insanı doyuran, besleyen, iyileştiren yanları varmış köy yaşamının ve elbette doğanın. Saatlerce hayvanlarla vakit geçirirdim ve hiç sıkılmazdım. Şimdiki çocukların ne çok eksik yanları varmış meğer. Dün katıldığım seminerde Doğadaki Son Çocuk kitabının yazarı Richard Louv da söyledi bir sürü şey. Bir çocuğun doğada 30’a yakın duyusu harekete geçiyor ama ekran karşısında sadece 2 tanesi aktif dedi. Sonra da aileleri çocuklarını yarı ölü şeklinde büyütmemeleri konusunda uyardı. Ormanda yürürken bize eşlik eden köpekle hem çocukluğuma, hem de yaz tatillerinde köyde geçirdiğim zamanlara gittim. Sonra içinde olduğum zamana döndüm. Sahiden o bütün yol boyunca özellikle çocukların etrafında olmasının bir nedeni olmalı. Çocuklardan onlara giden ve onlardan çocuklara gelen iyi bir şeyler. Bizdeki ufaklık mesela, yorulup sık sık mızırdanıyordu ama köpeği görür görmez “Köpeği sevcem, anne, köpeği sevcem” deyip peşine koştu onun. Sözü uzattım ama Gümüş’ü özledim. Köy yaşamının sadeliği yanında tüm duyularımızı aktifleştiren halini de özlüyorum sıkça. Ağacın dalında oturup meyve yemeği de özlüyorum. Buğdayın un haline geldiğini görmeyi de, pekmez yapımını izlemeyi de. Sütün sağımından sofraya geldiği çeşitli hallerine kadar olan süreci de özledim mesela. Yayık makinesinde ayranın bir yana, tereyağının bir yana ayrıldığını izlemeyi de. Daha bir sürü şeyi de aslında. Ama temelde doğanın iyileştirici yanını çok seviyor ve özlüyorum. Umarım çocuklarımız için en azından kendi çocukluğumuzda iyi gelen kadarını sunabiliriz onlara. 

 

Şunlar da Hoşunuza Gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.