İyi Aile Yoktur
Açıkçası uzun bir süre bekledim bu kitabı okumak için. Malum pandemi dönemi hepimizi farklı şekillerde etkiledi ve az çok bildiğim, sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla her yönüyle “çocuktan yana” olan bir kadın var karşımda. Nihan Kaya’yı bu şekilde tanımlayabilmek güzel. Çoğalsın bu görüşte olanlar dediklerimden. İyi Aile Yoktur, yazarın belirttiği üzre aslında direk ebeveynlere yönelik değilse de ben yine de hem vaktiyle çocuk olan yanımla, hem de şimdiki ebeveyn yanımla okudum. Yoğun bir eleştiri bombardımanı mı desem, yoksa olayları ezbere yaşadığımızın dışında görmek mi desem bilemedim ama “normal” algının dışında bir yerde duruyor kitap. Kitabı okumak bir çeşit yüzleşme olacağı için de beklettim okumaya hazır olmak için. Dün akşam bitirdim. Aslında başladıktan sonra hemen bitmesini istemediklerimden oldu, o nedenle biraz ağırdan aldım okumayı. Yazar Nihan Kaya, İthaki Yayınları’ndan çıkan kitabı için İyi Toplum Yoktur’u da okumamızı salık veriyor. Birbirinin devamı veya beraber okunacak kitaplar olarak söylüyor. Açıkçası onu da merak ediyorum.
Kitapta bazı başlıklar ve bölümler itirafla yazıyorum ki oldukça sert geldi bana. Hatta belki tanımlarsam neye benziyor diye, Black Mirror dizisinin her bölümünde duvara çarpıp dönersiniz ya, işte tam da böyle bir duygu bırakıyor okur olarak bende. Çocukluk Bir Cehennemdir ilk bölümün adı mesela. Oysa pek çoğumuz gibi benim de hayatımın en güzel yılları diye bildiğim zamandır çocukluk. Kitabın içine girdikçe çoğu noktada yazara hak veriyorum ve insanın kendisiyle yüzleşmesi olarak okuyorum sonraki bölümleri. Aklımdan çokça şey geçiyor her bölümde. Görünen ve belirgin istismarın dışında ruhumuzda açılan yaralara değiniyor yazar. Bir de ebeveyn yanından bakınca o yaraları açan oluveriyorsunuz aniden. Hiç düşünmediğim şeyleri hatırlattı bana, dolayısıyla bazı bölümlerle hala kafamda tartışıyorum. Nihan Kaya dinler üstü ve politikalar üstü bir şekilde yaklaşıyor çocuk konusuna. Böylece her tür ve eylemde çocukta nelere dokunduğumuzu da gösteriyor. Çocuğun kurban edilmesi kavramı mesela, öylesine iyi şekilde ele alınmış ki; eminim okuyanlar da benim gibi hem şaşıracak, hem de daha önce farketmedikleri pek çok şeyi farkedecekler.
Kitabı okurken hem kendi çocukluğumda gezdim, hem de şimdiki anneliğimi masaya yatırdım. Bazı noktalarda belki de kültürel öğrenmişlikle beraber çocukluğumda yaşadıklarım çok da travmatik gelmedi. Örneğin masadaki yiyeceklerin kişi sayısı kadar bölüşülmesi konusunda çocuğun uyarılmasını eleştiriyor yazar bir bölümde. Bunun sonuçlarının çocukta anoreksiyaya kadar varabileceğini aktaran Nihan Kaya’nın o satırlarında duraladım epeyce. Çünkü hem kendi çocukluğumda, hem de anneliğimde benim de dikkat ettiğim bir konuydu bu. Bölüşülmesinin düşünülmek ve saygı duymak olduğunu hissetmişimdir hep. Dolayısıyla ben de itiraf edeyim masada çocuklarımla benzer diyaloglara giriyorum. Ama bu bölüm, üzerinde tekrar düşüneceğim bir bölüm oldu. Bir başka kısım da tüylerimi resmen diken diken etti. O kısmı alıntılamak istiyorum: “1993 yılında İngiltere’de, Liverpool’da, 10 yaşında iki çocuk, 2 yaşındaki James Bulger’ı alışveriş merkezinden kaçırmışlar ve döverek öldürmüşlerdi. Çocukların James Bulger’ı bazen eğlendirdikleri, bazen de başına taşlarla vurdukları 4 km’lik yürüyüşlerinde onları tam 38 kişi görmüş, ama hiçbiri olağandışı bir durum olduğunu akıl edememişti. Çünkü çocuk bazen dayak yiyor, bazen de eğlendiriliyordu. Şahitler, James Bulger’ı kahkahalarla gülerken gördüklerini söylüyorlardı.” Aktarılan olay zaten oldukça çarpıcı ve travmatik ama Nihan Kaya’nın sonraki sözleri çok etkileyiciydi. Yazar diyor ki “Anne-babaların çocuklarına yaptıklarının bundan farklı olduğunu düşünmüyorum.” Bu kısmı çocuk ruhunda açılan yaralar üzerinden derinleştiriyor yazar. Okurken ve üzerinde düşünürken zorlandım ve aslında çocuk büyütmenin ne kadar özen ve sorumluluk isteyen bir iş olduğunu bir kez daha anladım. Kesinlikle çok zor bir uğraş. Galiba yazar elimizdeki sessiz kayıt makinesi tarafından bizleri de uyarıyor aslında. Sonra kendi çocukluğumuzdakilerle sorguya girmemizi de istiyor.
Kitaptaki bir diğer konu ise yazarın da saygı ve minnetle andığı Ailce Miller’den yapılan alıntılar. Çokça şey var Alice Miller ile ilgili. Arka bölümde onun kitaplarını da sıralıyor yazar. Ben hem kitaplara baktım, hem de Alice Miller üzerine bir incelemeye başladım. Kitaplar zaten okunup kenara bırakılamıyor, hem çağrışımlarıyla, hem de üzerimizde bıraktıkları etkileriyle bizleri de düşünmeye sevk ediyorlar. Alice Miller’dan sonra onun oğlu Martin Miller’a geçtim ve şaşkınlıklarım devam etti. Çok uzattım, farkındayım ama sahiden ilginç bir çalışma elimdeki ve Nihan Kaya’yı dinleyerek İyi Toplum Yoktur’u da okuma gereğini hissediyorum. Son olarak umarım çocuklarımızla beraber bu süreçten en az zararla çıkabiliriz. Galiba çocuk büyütürken kendi çocukluğumuzda bize iyi gelenleri daha çok düşünüp, onları çocuklarımızın önüne getirmek ve hata yaptığımızda fark edip özür dilemek ilk yapılması gerekenlerden. Bir de “saygı” kelimesi galiba en çok bizden çocuğa kaymalı. Bununla beraber özveriyle bu süreçte çocuklarını büyütenlerin de saygıyı hak ettiklerini düşünüyorum 🙂 Anlayacağınız hala kafam iki yönlü dolu 🙂
Son Yorumlar