İçinde bulunduğumuz dönemler garip; garip olmasına garip ama bütün hepsi bizi mi buluyor diyesi geliyor insanın. 1999 Marmara Depremi’ni yaşamadan sadece ama sadece üç gün önce ani bir kalp krizi ile babamı kaybettik. Evimiz cenaze eviyken bu sefer de depremi yaşadık. O sene lisans eğitimi için İzmir’e gittim ve odamdaki arkadaşlarımdan birisi Gölcük’ten geliyordu. Kamer ile bazen göz göze gelmemiz yetiyordu yaşların akması için. Aynı odada Aydın’dan gelen bir arkadaşım bir gün “Bu nedir arkadaş, elimi çarpsam depremzedeye denk geliyor” demişti de gülmüştük. Sahiden öyleydi Elçin, sizin de bahtınıza biz çıkmıştık. Geçen gün Kamer’le telefonda konuşurken duygusallaştık ikimiz de. Kamer, deprem zamanı evimize bile girememiştik, şimdi en azından sokakta değiliz deyince duraladık ikimiz de. Sahiden bu zamanın da kendisine göre tuhaflığı var. Her akşam evde kalabilenler olarak ekranlarındaki sadece sayı olarak beliren rakamlara boş boş bakıyoruz. Ama biliyoruz ki rakamlar hiçbir şey ifade etmez. Bazen 1 rakamı birçok insanın hayatını tepetaklak edebilir ve acı bir insanın etkide bulunduğu insan kadar iz bırakır kalanlarda.
Diyeceğim o ki kıyaslamalar veya yazılanlar bir yana bizler ne yaşadığımızı ilerleyen dönemlerde bu süreçten sağ kalanlar olarak tanımlayabileceğiz. Bu süreç içinde hepimiz aniden rutin yaşamlarımızdan tamamen farklı bir döneme savrulduk. Şanslı kesim diyeceğim kesim evlerinde olmanın sancısını yaşıyor ama zorunlu olarak çalışanların sıkıntıları apayrı. Tüm bunlarla beraber yukarıda da belirttiğim gibi aslında ölümle burun buruna gelmiş pek çok kişi hiç tanımadığı insanların ölüm haberlerine burkuluyor. Biliyor veya tanıyor o acının neye denk düşebileceğini. Bu arada herkes bir şekilde ruh sağlığını korumaya, moral bulmaya ve vermeye de çabalıyor. Başka türlüsü zaten herhangi bir şeye dokunmuyor. Hele de evlerde çocuklar varsa, hele de tamamen hareket onlara en yakışan kelime ise. Hele de mevsim baharsa ve doğa hepimizi çağırıyorsa. Mailime baktım da Nursu hocam (Prof. Dr. Nursu Çakın Memik-Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Bölümü Öğretim Üyesi) bu sefer bir çalışma göndermiş ve o çalışmada her yaş grubuna göre neler yapılması gerektiği ailelere anlatılıyor. Yani yine diyor ki hocam “Aman çocuklara dikkat.” Bizler onlara dikkat etmeye çabalarken arada geriliyoruz, zorlanıyoruz bu da yalan değil. Ben mesela bu tip durumlarda sık sık balkona çıkıyorum. Söyleniyorum da; azıcık beni bırakın da nefes alayım diye. Mimarlar galiba bu konuya eğilip bundan sonra ev mimarisinde balkona geniş yer verirler 🙂 Şimdi bunca şey söylerken nereye geleceğim biliyor musunuz? Dün gece Servet’in yine sosyal medya hesaplarında yaptığı canlı yayını dinliyorduk. Daha önceki yazılarımda bu dönemde bize en iyi gelen şeylerden birisinin bu olduğunu yazmıştım. Servet son birkaç gündür bir konu belirliyor ve program başında bizi bir soruyla karşı karşıya bırakıyor. İnteraktif bir izlemeye izin veren bu uygulamada biz de yorumlar kısmında o soruyla eğleniyoruz. İşte dün gece ki soru da çocukken severek oynadığımız oyunlara dairdi. Aklımıza gelenleri söylememizi istedi Servet. Herkes hemen çocukluğuna döndü ve heyecanla orada bulduklarını kurcalamaya başladı. Ben köyde çelik çomak oyunuyla başladım. Tombik veya dokuztaş, körebe, saklambaç, beş taş, uzuneşek, çivi, misket, gazoz kapağı, yakan top derken herkes elinde eteğinde ne varsa döküldü. Galiba ben de biraz fazla döküldüm. Çünkü en sevdiğim konulardan birisidir çocukluk ve oyunlar.
Çocukluğa dair en sevdiğimiz oyunları sıralarken annem geldi aklıma. Elektrikler gidince üç çocuğuyla körebe veya saklambaç oynayan annem. Yine şimdi ki çocukların oyun hamurunu o zamanlarda bir sürahi su ile bize taşıyan annem. O suyu toprağa döküp çamur yapmamı sağlayan ve sonra da onunla çanak çömlekten tutun da aklımızın, daha doğrusu hayal dünyamızın götürdüğü her yere uğrayıp bir şeyler ortaya çıkarmamızı sağlayan annem. Sonra her gün ama her gün evde ne var ne yoksa balkona taşıyarak evcilik oynamamı izleyen annem. Bizimle isim şehir oynarken kahkahaları ile evi şenlendiren annem. Evde sıkıldık dediğimiz de bizimle evde ip atlayan kişidir aynı zamanda. Bir kez daha anladım ki, yaşadığı tüm zorluklar, yokluklar bir yana annem hep çocuklarından yana tavır aldı. Her koşulda onlarla olmaya ve oynamaya karar verdi. Bu yazı bir anne güzellemesi değil, sadece annemden kalanları anımsayınca çocuklarla evdeyken daha fazla sorumluluğumuz olduğunu düşündüm. Bugün ablamla telefonda konuşurken dedi ki “Biz nasıl güzel anıyoruz çocukluğumuzu, ne güzel şeyler var anılarımızda, acaba çocuklarımız aynı şeyleri söyleyebilecek mi?” Açıkçası bunun pek cevabı yok ama bu soru üzerine daha önce de düşünmüştüm. Dileğim elbette tüm çocukların güzel anılar eşliğinde çocukluğunu geçirmesi. Hele de mesela bundan 100 sene önce kendilerine bayram hediye eden bir yöneticinin olduğu ülkede doğmuşlarsa. Âmâsı var ama. Gerçekten ve maalesef aması çok fazla olan şey var. Her şeyin kabuk değiştirdiği dönemler bizlerin ki. Karamsar olmak değil de; mesela evde kalırken istismara uğrayan çocuklar geliyor aklıma. Ya da yakın zamanda babası tarafından hortumla dövülerek öldürülen 9 yaşındaki kız çocuğu. Ya da evde kalma süresinde kocalarının şiddeti ile ölen kadınlar. Çok ah var, çok acı ve üzüntü. Ayrıca mesela çocuk gelinler var, nasıl ayıp, nasıl utanç, nasıl vebal bu iki kelime bu ülkeye. Yine tüm bu sorunlarla uğraşan ve çocuklar için iyi şeyler yapma niyetinde olanlar var. Yüzümüzü ve gönlümüzü onlara çevirerek elimizden gelen kadarıyla onlarla beraber çalışma zamanı. Ablama da söyledim elbette kimsenin çocukluğu kusursuz değil ve elbette her dönemin kendisine göre zorluğu var. Sadece insanlar (bunda kendimi de ayırmıyorum), geriye döndüklerinde güzel olanı dillendirmeyi seviyor. İyi olanı çocuklarına taşımayı seviyor ve oralardan bahsetmek iyi geliyor. Bu satırları yazarken aklıma bir başka şey daha geldi. Babamın yazdığı anıları. Zor bir yaşam geçiren, bununla birlikte hayatı kendisine ve etrafındakilere zorlaştıran bir adamdı babam. Bazen de çocuk gibi duygusal ve neşeli. Bir gün anılarını yazmaya karar vermiş. Yazıp tamamlamış ve sonra bir yer ile görüşmüş basılması için. Sanırım anlaşmışlar da taslak üzerinde. Ama babam son kez okumak istemiş yazdıklarını. Okumuş ve ağlamış, okumuş ve ağlamış; sonra da demiş ki “Ben kendim okurken ağlıyorsam neden kalsın ki çocuklarıma?” Bu düşünceyle yırtıp atmış yazdıklarını. Ne oldu dersiniz, biz onun kaybında hemen o yazılanları merak ettik. Eğrisi ve doğrusuyla bir çocukluk dönemi geride kalmıştı ve ben ailenin en küçüğü olarak 18 yaşımdaydım ama bir yanım babamı tanımıyordu. Tanıyan tarafım da “Daha güzel anılarımız kalabilirdi geriye” diye söylemeden edemiyor. Yani diyeceğim o ki, aslında ölüm hepimize bir nefes kadar yakınken ve hele de anne ve baba olmaya karar vermişsek yükümüz bir kat daha ağır ve güzel. Geçmişte bize kalan ne kadar iyi şey varsa onları süzgeçten geçirip bu güne taşımalı ve çocuklarımıza sunmalıyız diye düşünüyorum. Koşullar ne olursa olsun iyiyi onlara taşırken kötü olanlardan bireysel olarak ve toplumsal olarak gereken dersleri çıkarıp onlardan kurtulmalıyız.
Servet’in sorusuna ve oyunlara dönünce çokça güzel anı canlandı bende ve huzur içinde uykuya gittim. Programdaki çoğu kişi de benzer şeyleri yazdı ve söyledi. Sokaklar bizimdi, oyun cennetimiz. Aslında hani derler ya çocukluk hepimizin anavatanıdır diye, işte orayı ziyaret ediyoruz sıkça. İşte o yüzden o kadar kıymetli önemli ve sorumluluk isteyen bir iş çocuk büyütmek. Çocuklar adına karar almak ve karar vermek. Onların geleceğine yön verirken onların en temel hakları olan çocuk haklarından yana tavır almak. Oyun, eğitim, sağlık, barınma ve daha bir sürü hakları var onların. Gülümseyebilen annelere ve babalara ihtiyaçları var, sevgi dolu bir ailede ve evde büyümeye ihtiyaçları var en çok da. Çok fazla doluyuz, çok fazla duygu eşlik ediyor her gün hepimize. Ben bugünkü program girişinde Servet’i ve Poyraz’ı izlerken ilerde bu anın onlara nasıl da güzel bir anı olacağını düşündüm. Henüz 5 yaşındaki bir oğul babasının hepimize moral olduğu bir programda iki parçaya eşlik etti. Kendisine kalp gönderenlerin kalp emojilerine sevindi. Galiba kıyaslamaları bir kenara bırakıp bizler de onların çocukluğunda iyi izler bırakmalıyız. Bu satırları yazarken aklıma Roberto Benigni’nin o asla unutamadığım sahneleri geliyor. O müthiş Hayat Güzeldir filminde bir babanın çocuğu için neler yapabileceğini böyle sarsıcı nasıl anlatabiliyor bilemiyorum. Küçük oğluna cehennemden küçük bir alan açıp, orayı cennete çevirmeye çabalayan bir baba var bu filmde. Belki insanlar ders alabilse yaşananlardan sonraki hatalara bulaşmazlardı diye düşünmeden edemiyorum. Neyse arada da yazdığım gibi tüm olumsuzlukları bir yana yine de çocuklar için iyi olanı istemek zorundayız. Mademki 23 Nisan, mademki onların pek çok sorunla karşı karşıya olduğu bir dönem, o zaman en azından şu dönemde kendi çocuklarımız için iyi anılar bırakabiliriz. Elbette attığımız her adımda onlardan yola çıkıp tüm çocuklar için aynı şeyleri isteyip, dillendirerek. Çocukken oynadığımız ve keyif aldığımız tüm oyunlar eşlik etsin o zaman bizlere.
Şuraya Poyraz ve babasının dünkü yayını resimlerinin içine ekleyeyim, isteyen dinleyebilsin 🙂
Son Yorumlar