Denizin Sesini Dinleyen ve Bize Duyurmaya Çalışan Mehmet Aka “Oğlak Sohbetleri”nde :)

Denize, spora, sanata, doğaya, kedisine ve torununa düşkün bir kişinin deniz kabukları temalı ilk sergisinden, derin bir sohbete uzanan yolculuk geliyor şimdi size. Hayatın karşımıza aniden çıkardıklarından hem de. Küçük ve tesadüfi bir tanışıklık bugün evimizde daha da demlenen bir sohbete bıraktı yerini. İsterseniz dumanı hala üstünde olan bu sohbete dahil olun 🙂
 
Saadet: Mehmet bey merhaba. Öncelikle hoş geldiniz “oğlak sohbetleri”ne. Küçük cadımı rutin bir kontrole getirdiğimde denk geldim serginize. Muayene saatimize yetişmek için hızla çıkarken gözüme takılan çalışmalarda kaldı aklım. Neyse ki işimiz bitince yine aynı yerde buldum kendimi. Açık söyleyeyim insanı çeken bir yanı var çalışmalarınızın. Denizin içinden insana seslenen ve sanki denizin sesini taşıyan bir yanı var hepsinin. Ellerinize sağlık. İzlerken ruhu dinleniyor insanın. Öncelikle sizi tanıyarak başlayalım. Biraz kendinizden bahseder misiniz?
 
Mehmet : Saadet hanım öncelikle kendimden bahsetmeden, siz ve kızınızın Çağın Göz Hastanesi’nde göz sağlığınız için yoğun koşuşturma esnasında açtığım deniz kabukları temalı ilk kişisel sergime vait ayırıp beğendiğiniz, ilgi duyduğunuz için sizlere teşekkürü bir borç bilirim. Her şey yakın ve uzak iki gözlüğümün yaş ilerledikçe görmemdeki gerilemeyle başladı. Yolum Çağın Göz Hastanesi’ndeki değerli hocam Kürşat beyin muayene koltuğuna oturmakla başladı. İki gözümden operasyon geçirdim ve gözlüklerime veda ettim. Senelerdir evimde yaptığım objelerden bir tanesini hediye olarak kendisine takdim ettim. Kendisi benim yaptığımı öğrenince merakı arttı ve sonrasında hastanede bir sergi açabileceğimi söyledi. O an çok heyecanlandım; çünkü senelerdir evdeki objeleri sadece ailem ve misafirlerim değil, herkes görebilecek ve daha da ötesi göz hastanesinde sergileyecektim. Sergiyi açtık ve bitmesine bir gün kala sergi bana kendimi daha da geliştirmem gerektiği izlenimi yarattı. Beğenilmek harika bir duyguymuş.  25 Eylül 1959 İzmit doğumluyum. Baba tarafım Pamukova, anne tarafım Yunanistan Kavala göçmenidir. 1924 Mübadale ile Tuzla’ya yerleşmişler. Ben ilk ve ortaokul öğrenimimden sonra liseyi Sanat Okulu metal işleri bölümünü okuyarak tamamladım. Özel bir şirkette 30 yıl boyunca saha satış elemanı olarak çalıştım ve emekli oldum. Evli, iki çocuk ve bir torun sahibiyim. Yaşadığım sürece; futbol, el sanatları ve deniz ilgi alanlarım arasında yer aldı. Hala da öyle.

Saadet: Denize sevdanız nerden geliyor? Dedenizi tanımamakla beraber onun denizci olduğunu söylemiştiniz sohbetimizde. Genetik miras tek açıklayıcı şey değil galiba? Ne dersiniz?

Mehmet: Annemin evlenene kadar erkek kardeşiyle birlikte balıkçılık yapan dedeme tayfalık yapmaları ve ben doğduktan sonra yazları anneannemin yanında geçirmem; kısacası deniz kenarında büyümem en büyük etken olsa gerek. Denizi seviyorum demek belki en özet cümle olurdu. 

Saadet: Üretmek ve dönüştürmek oldukça güzel ve galiba siz bundan büyük keyif alıyorsunuz. Nasıl başladı deniz kabuklarından bir şeyler ortaya çıkarmak?

Mehmet: Tuzla’da (Manastır/Mercan) yaz tatilinde balıkçı abilerin yanlarında vakit geçirir, onlarla balığa çıkar, olta bağlamaktan ağ örmeye/donatmaya kadar her şeyi öğrenmeye çalışırdım. En çok arzu ettiğim şey bir sandalımın olmasıydı, fakat o sandalı almak için paraya ihtiyaç vardı. Babam maaşlı çalışan birisi olduğu için ancak evi geçindirebiliyordu. Ben de çalışıp bir miktar para biriktirdim ve ailemin katkılarıyla motoru olmayan, kürekli 4 metre büyüklüğünde bir sandal aldım. Maket merakım da bu sandalla başladı. Kışın İzmit’te ikamet ettiğim için yazları iple çekiyordum. Birgün yolum İstanbul Beşiktaş’ta maket işleriyle uğraşan bir mağazaya düştü. Gemi maketleri satıyor ve imalatını da yapıyorlardı, ayrıca oldukça pahalıydı bu ürünler. Ben kendilerinden malzemesiz proje satmalarını istedim. Böylece kağıt üzerinde proje olarak satın aldığım maket ile kendim malzemeleri temin etmeye çalıştım. Boş vakitlerimde ve uzun kış gecelerinde keyif alabileceğim uğraşım başlamıştı. Önce kalyon kum motoru, balina avcı teknesi ve oltacı sandalı uzun uğraşlar sonucu ortaya çıkıp evimde yer aldılar. Bu bana yetmedi, bundan dolayı deniz kabukları ve ahşapla ilgili malzemeler de toplamaya başladım. 
 
Saadet: Yanımdaki oğlak yerinde duramadığı için çalışmalarınızın hepsini istediğim uzunlukta izleyemedim ama o hızlı bir bakış bile çok güzeldi. Ahşap da eşlik ediyor deniz kabuklarına. Balıkların bir kısmı ahşaptı sergideki. Bence çok güzel bir uyum yakalanmış. Biraz çalışma sürecinizden bahseder misiniz? Evde yapıyorsunuz bunları ve bir oda sanırım size ayrıldı.
 
Mehmet: Evimizde, oturma odamda ufak bir masada objeleri birleştiriyorum. Atölyem yok, bir kıl testerem, maket bıçağım, yapıştırıcı ve boyalarım var. Eşim bana bir örtü verdi, sehpanın altına dökülen çöpler için ama her seferinde nasıl başardıysam odanın içine yayıyordum çöpü ve biraz fırça yiyiyordum. Buna rağmen yaptıklarım evin neresine yerleştirilse, hoş bir görüntü çıkıyordu ortaya. Çalışma sürem; emekli olmadan önce işten geldikten sonra yenilen yemekten hemen sonra başlıyordu. Ufak sehpamda ince işleri yapardım. Bir, iki, bazen üç saat çalışır, sıkılınca bırakırdım. Bazen bir-iki hafta hiç ellemediğim de olurdu. Sıkıldığınız an bırakmazsanız hata yapma oranınız artıyor. 
 
Saadet: Sizinle konuşurken bir yandan da aklıma denizin, daha doğrusu suyun nasıl da ruhumuza iyi geldiğini düşünüyordum. Sizde de galiba benzer etkiyi gösteriyor. Sahiden nedir suda size iyi gelen şeyler? Neden bunca zamanı deniz kenarında geçiriyorsunuz?
 
Mehmet: Su hayat demek bir anlamda benim için. İçinde yaşam var ve burada da güzellikler. Benim şansım ailemin deniz kenarında ikamet etmeleri olsa gerek. Şunu denizi seven herkesin bilmesini isterim; balık tutarken sadece oltanın ucundaki kıpırdanmayı düşünürsünüz, başka bir şey düşünme şansınız yoktur. Bu arada denizdeki görüntü gündüze göre gece daha farklıdır. Ay ışığı olduğunda farklı, olmadığında daha farklıdır. Denizdeki yakamozlar sizi alıp başka bir dünyaya taşıyor. 
 
Saadet: Mehmet bey aslında satış pazarlama ile uğraşmışsınız. Ama bir taraftan da kendinize ait hobiler geliştirmişsiniz. İnsanın kendisine iyi geleni bilip, onun peşinden gitmesi büyük şans. Şimdilerde insanların ya bunlara vakti olmuyor, ya da bahanelere sığınıyorlar. Siz nasıl vakit ayırdınız hobilerinize ve denizin dışında yapmaktan keyif aldığınız işler neler?
 
Mehmet: Benim kendimi geliştirmemde başta ailem, komşuluk ilişkilerim etkili oldu. Öyle bir mahallede büyüdüm ki; örneğin evin eski ahşap cumbalı damında güvercinleri, bodrumunda fareleri, bahçesinde köpek ve kedileri, tavukları, salonunda sobası vardı. Kışın en üst katta yemek yerdik sıcak olduğu için. Yazın ise serin olduğu için en alt katta. Odun geldiğinde sevinirdik, onları kırmak, mahalledeki arkadaşlarımla bodruma dizmek benim için bir hobi olsaydı gerek. Yeni yetişen nesil betonarme komşuluk ilişkilerinde her şeyi teknoloji ile yaparken hem doğa katliamından birhaberler, hem de maddiyatı her şeyin önüne koyuyorlar bana göre. Üzüntüm; benim çocuklarım dahil, o güzellikleri, sadeliği, doğallığı yaşayamayacak olmaları. Dokuz-on yaşlarımda evimizin önüne pazar kurulurdu; annem geceden buz yapar, ben de metal sürahi içinde pazarda elimde bardak, pazarcılara 5-10 kuruşa su satardım. Keyifliydi, annem de girişkin olmam için beni teşvik etmişti. Yine mahalle kültüründe geniş sahası olan alanda top oynar, misket, topaç çevirme, saklambaç oynar, tren garına gidip buharlı trenin su almasını seyrederdik. Oyuncaklarımızı kendimiz de yapardık. Futbol, sanat okulu yılları, spor hayatı ve dolu dolu geçen çocukluk ve ilk gençlik yılları sanırım elimde kalanlar. İnsanlara, doğaya, hayvanlara eziyet etmek değil, onların yanında olmak önceliğim. Galiba bunlar da elimden çıkan işlere bulaşıyor ve onlarda somut halini alıyor. 
 
Saadet: Yaptığınız işlere sanat da dahil oluyor ve ortaya güzel şeyler çıkıyor. Sizin kendinize ayırdığınız büyük bir zaman dilimi ve galiba sizi geliştirici yanları da var. İlk başladığınız günden bugüne bakarsanız; sizde nasıl bir değişime sebep oldu bu el sanatları?
 
Mehmet: Çok değerli iki insanın hayatını izledim televizyonda ve onların yanında çalışmayı veya bulunmayı çok isterdim. Biri tüm denizleri odama taşıyan Kaptan Cousteau, diğeri Leonardo da Vinci. İzmit’te açılan kitap fuarlarını, sergileri gezerim. İlgimi çeken ve keyif aldığım bu etkinliklerin böyle bir sergi açmama yol alacağını bilemezdim. Yine sergideki çalışmalarımın beğeni alması, şu an bu satırları yazıyor olmam, yine bir öğretmenin bana dersine katılmam konusunda teklif getirmesi sanatın nasıl da önemli olduğunu anlamama sebep oldu. 
 
Saadet: Ben sergiye bakarken deniz kabukları ve ahşap kadar sohbetiniz de dikkatimi çekti. Deniz kadar kedileri de seviyordunuz ki telefonunuzdan önce kedinizin resmini, sonra da torununuzun resmini gösterdiniz. Deniz, kediler ve çocuklar oldukça güzel bir üçlü. Sizin hayatınıza kattıkları nelerdir desem ne söylersiniz bu üçlünün?
 
Mehmet: Ailem ve çocuklarım en büyük sermayem. Torunumuz karımız; kedimiz de doğanın taş yığını içinde verdiği en güzel hediyelerden biri. Kızım ve torunum bize geldi ve ben torunumu kucağıma alınca kedim de hemen kucağıma zıpladı. O akşam adı Melo olan kedimi kucağımdan indirmedim. Torunumu kıskandı kedim. Hayretler içinde kaldık. Kedimle ilgili bir şey itiraf edeyim bazen ağrıma giden davranışları oluyor. Evi otel gibi kullanıyor mesela. Sanki ben de resepsiyon görevlisiyim. Beyefendi komşuyla asansöre binip bizim katta iniyor, ilginç bir doğası var. Ailem, dostlarım benim yaşam sevincim. Elbette doğanın güzellikleri ve hayvanlar. 
 
Saadet: Göçmen bir ailenin çocuğusunuz. Göçmen olmak deyince acı bir tad kalıyor sanki insanın ağzında. Siz neler söylemek istersiniz göçmen bir ailenin mensubu olarak?
 
Mehmet: Bu soruda biraz hüzünlendim. Mübadele yılları büyüklerimden dinlediğim anneannemin annesi kardeşini doğururken vefat ediyor. Anneannem 3 yaşında kardeşi kundakta, dedem iki çocuğuyla gemiye binip İstanbul’un yolunu tutuyor. Gemi Samsun’a yolcu bırakmak için devam ediyor. Samsunlu bir aile gemide çocuklarının olmadığından bahsediyor ve dedem de bebeği onlara veriyor. Yokluk ve çaresizlik de sebep elbette. Aradan iki yıl geçiyor ve aile dedeme gemide bebeğin öldüğünü, denize atıldığını söylüyor. Anneannem 90 yaşına kadar kardeşini aradı ama söylenen belki de doğruydu. Anneanneme Tuzla’da tarla veriliyor, dedem de burada balıkçılığa başlıyor. 4 çocukları oluyor. Dedem 40 yaşında vefat edince bütün yük okuma ve yazması olmayan anneannem, en büyük kızı annem ve erkek kardeşi olan dayıma kalıyor. Zorluklar içinde geçen hayatında annem evlenince, babam dört kardeşe kol kanat geriyor, hepsini okutuyor ve onları hiçbir şeyden mahrum bırakmıyor. 
 
Saadet: Sizin torununuz daha dokuz aylık ve henüz küçük bir oğlak ama yine de sorayım tıpkı oğlaklar gibi zıplayan ve yerinde duramayan zamane çocuklarına ne söylemek istersiniz?
 
Mehmet: Damadım beni kayınpeder, kızım baba, torunum dede yaptı. Artık yaşlandığımı hissettiriyorlar. Zamane çocukları için onlar geleceğimiz, iyi, vatanını seven bireyler olmaları tek arzumdur. En başta kaba kuvvetin hiçbir faydasının olmadığını biz insanların konuşarak anlaştığını bilmelerini isterim. Okumanın ve öğrenmenin yaşı ve sonu olmadığı gibi sporun da son derece önemli olduğunu bilmelerini isterim. Aileleriyle her şeyi paylaşmalarını ve sağlıklarına dikkat etmelerini isterim. Doğa ve hayvan sevgisiyle büyümelerini isterim. Bunların en başında da kendilerini sevip, saygı duymalarını beklerim. 
 
 
 
Mehmet bey ve eşi Hacer hanım
 
Saadet: Elinizde sihirli bir değnek olsa ve siz onu çocuklar için kullanabilseniz; başta torununuz ve çocuklar için ne yapmak isterdiniz?
 
Mehmet: Oğlakların vatanında huzurlu, gelecek kaygısı yaşamadan büyütülmelerini canı gönülden arzu ederim. Öncelikle oyun çağında çocuklarımızın hiçbir işte dilencilik dahil çalıştırılmamalarını ister ve bunu önlerdim. Oğlakların eğitim çağında sevdikleri branşlarda tahsillerine devam etmeleri ve istedikleri spor dalında çalışabilecekleri ortamların olmasını isterdim. Yine yatkınlıkları olan sanat dalında eğitim almalarını sağlardım.
 
Saadet: Çok teşekkürler hem sohbetimize katıldığınız, hem de elinizden ve emeğinizden evimize gelen güzel hediyeniz için.   

Şunlar da Hoşunuza Gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.