Öykülerle Mitoloji-Herakles’ten Örümcek Kadına :)

Tudem Yayınları tarafından basımı yapılan ve Habib Bektaş tarafından kaleme alınan Öykülerle Mitoloji-Herakles’ten Örümcek Kadına kitabını keyifle okudum. Kitabın resimleyeni ise Zülal Öztürk. İtiraf ediyorum; mitoloji ile oldukça geç bir zamanda tanıştım. Şimdilerde özellikle çocuk edebiyatı içinde bu öykülere rastlamak ayrı bir keyif veriyor. Elimdeki kitap da onlardan bir tanesi. Masalsı bir anlatıma sahip kitap çocukluğumda dinlediklerime hiç uzak değil.

İnsanların anlatı geleneği oldukça güzel. Çocukken de bu anlatı geleneğinin ucundan kıyısından nasiplenenlerdenim. Hayalimi süsleyen hikayeler bize anlatanların da dinleyeni oldukça keyiflendiği bir sürece dönerdi. Hatta hatırladığım kadarıyla ortaokuldaki bir kompozisyon ödevinde ben de aile büyüklerinden dinlediğim bir hikayeyi anlatmıştım. Bu kitap işte bir yönüyle beni çocukluğuma da götürdü. Şimdilerde büyüyen çocuklar bunu yaşıyor mu bilmiyorum ama özellikle köy hayatının olduğu yerlerde anlatı geleneği yaşamın doğal bir parçasıdır. Etraflarındaki yapılarla ilgili anlatılar masalsı bir şekilde geçer çocukların belleğine. Mesela bizim köyde (Bingöl/Yayladere), iki tane dağ var ve bu dağ üzerine çok çeşitli rivayetler aktarılır. Sılbus ve Tari adı verilen bu iki dağın vaktiyle çok şiddetli kavga eden iki kızkardeş olduğu ve birbirlerine kötü sözler sarfettikleri söylenir. Rivayete göre bir tanesi diğerine; “Allah seni öyle bir dağa çevirsin ki her tarafında sarp kayalar olsun ve zirvene insanlar ulaşamasın” der. Bu dağın adı Tari dağıdır ve aynen sarfedilen sözlerdeki gibidir. Diğer kardeş de boş durur mu? O da dönerek: “Allah seni öyle bir dağa çevirsin ki; yaz kış tependen kar eksik olmasın ve o soğukta kalasın” der. Onun da duası kabul olur; Sılbus dağının da yaz kış tepesinden kar eksik olmaz. Yine ben çocukken denilirdi ki; bu iki dağa dikkatlice bakınca yüzleri birbirine dönük iki kız yüzü belirir. 

15 Kasım 2017 tarihinde; annem 30 sene sonra çocuklarını toplu halde köyüne getirdi; bu da yetmedi Sılbus Dağı’na çıkardı. İşte hikayeler böyle çeker kendine yöre insanını  

Bu kitabı okuduğumda da hem bu hikaye hem de fazlası geldi aklıma. Öncelikle Ege taraflarında geçen öyküler bölge olarak da çok sevdiğim yerler. Lisans eğitimimi İzmir’de geçirmiş olmamın şansı ile okudum kitabı ve eminim bir sonraki gidişimde bu kitaptaki hikayeler eşlik edecek adım attığım her yere. Bozdağ çokça geçiyor mesela hikayelerde. Mitolojik öykülerdeki birbirinden ilginç hikayeler mekan olarak da tanıdık yerlere seslenince ayrı bir zenginlik katıyor okuyucu olarak bana.

Kitabın bir başka güzel tarafı da bir baba ile kız çocuğunun hikaye anlatıcılığının peşine düşmesi. Nasıl güzel bir başlangıçtır öyle. Gazeteci baba ve ona eşlik eden kızı gittikleri yörelerde hikaye anlatıcıları ile buluşuyor ve onlardan o yörenin en güzel hikayelerini dinliyorlar. Habib Bektaş duyduklarına kendi sözlerini de katarak zenginleştiriyor anlatımını. Bir yerde mesela Zeus’tan bahsederken Kaz Dağları’na ve oradan da Tuncel Kurtiz’e değiniyor. Kısacası anlatı geleneğinin dinginleştiren yolculuğuna okur olarak bizleri de dahil ediyor yazar. Bir kız çocuğunun da dahil olduğu ve türlü masalsı öğenin yer aldığı hikayelerde keyifle bir hikayeden diğerine geçiyorum. Su perileri, türlü entrikalar peşinde koşan ve hırsına yenik düşen insanlar, insansı tanrılar ve nicesi ile dolu kitap. Bölgenin tarihi ve kültürel geçmişi sizi çektiği kadar, anlatımın tılsımı da büyülüyor okuru ve alıp götürüyor hikayenin içine. Dedim ya üstte de; beni de kendi çocukluğuma ve orda dinlediğim hikayelere götürdü elimdeki kitap.

Habib Bektaş her hikayede güzel bir söze de yer veriyor. Didaktik değil evet ama her hikaye bir hayat dersi gibi. Paranın her şey olmadığı, gücün ve hırsın yanlışlara götürebileceği gibi konular yer alıyor mesela hikayelerde. Yine iyi bir yaşamın olabildiği ölçüde bir başkasına zarar vermeden yaşamaktan ve olabiliyorsa birilerine yardım edebilmekten geçtiğini de vurguluyor yazar. Söylemek istediği çokça şey var ve belleği bunlara uygun hikayelerle dolu. Hal böyle olunca bizlere de masal tadında okumalar kalıyor. Zamanı geldiğinde kızıma da okuyacağım ve aslında istediğim; onu bu yörelere götürüp oralarda anlatmak aslında duyup okuduklarımı. Kaz Dağları ve civarını da gezmiştim. Hasan Boğuldu Şelalesi ve hikayesini de dinlemiştim. Aynı bölgedeki Zeus’un tapınağı olarak söylenen yer kadar İzmir’in güzel yerlerini de gezdim. Hatta Bozdağ’a tırmanma niyetiyle öğrenciyken dağcılık kulübüne de katılmıştım. Kısacası sahiden coğrafi olarak harika olan bu yerlere bir de öykülerle seslenmek ayrı bir incelik. Bu inceliği kültürel geçmişi oldukça iyi bilen bir yazarın yapması da biz okurlara şans. Galiba güzel olan bir tarafıyla sözlü anlatı geleneğini canlı tutma telaşı. Bunu farklı kişilerde görmek beni mutlu ediyor. Çünkü biliyorum ki bizi var eden ve iyi gelen şeyler en çok bu hikayelerde saklı. İyi, kötü, doğru, yanlış, değer, kültür, tarih ve daha birçok şey oralarda kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Tıpkı kitaptaki küçük kız gibi bu kitabı okuyan diğer çocuklar da bu aktarımın bir parçası olacak. Bu da işin galiba en güzel yanı. Tavsiye ile… 

Şunlar da Hoşunuza Gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.