“Farklı alfabe, merakımı gıdıklıyor” diyen Azade Aslan Oğlak Sohbetleri’nde :)
“Farklı alfabe, merakımı gıdıklıyor. Dünya’daki her dili öğrenmek istiyorum” diyen Azade Aslan her dilin birden fazla kapıyı açtığını düşünüyor. Fotoğraf editörlüğü, yapım asistanlığı yapan ve İZ TV.de metin yazarlığına devam eden Azade Aslan Çıtır Çıtır Felsefe ve Bitlerimi Geri Verin kitaplarının da çevirmeni. Kendisiyle yaptığımız sohbete dahil olmak istiyorsanız, haydi başlıyoruz 🙂
Saadet: Azade hanım merhaba, öncelikle hoş geldiniz oğlak sohbetlerine. Sizi tanıdığıma çok memnun oldum ama tanışmadan evvel de tanıyor gibiyim sizi. Elime aldığım kitaplarda yazarı ve çizeri kadar çevirmeni de hayal dünyamı besliyor ve siz de onlardan birisi oldunuz. Biraz kendinizden bahseder misiniz?
Azade: Merhaba, çevirmeni de “görebildiğiniz” ve beni bu sohbetlere davet ettiğiniz için ben teşekkür ederim. Ankara’da doğdum, ama Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni kazandığım 1998 yılından bu yana İstanbul’da yaşıyorum. Oldum olası edebiyata ve yabancı dillere ilgim var; çeviri de bu iki ilgi alanının doğal sonucu olarak hayatıma girdi. Çeviri yapmak bir heves olarak hep aklımdaydı; ama Erasmus bursuyla Fransa’da bir dönem okuduğum 2003 yılında, bir arkadaşımın kütüphanesinde rastladığım ilk “Çıtır Çıtır Felsefe” kitabı, çeviriyi gerçek anlamda hayatıma soktu. Kitaba bayıldım; yalnızca kendi keyfim için, biraz da kendimi denemek için oturup çevirdim. Sonra serinin diğer kitaplarını aldım. Gönül eğlendirmek için yaptığım çeviriler de 10’u buldu. Yine tesadüfen tanıştığım Solmaz Kamuran’a bir sohbetimiz sırasında bu çevirilerden bahsettim. Aslında sadece bir sohbet konusuydu bu benim için. Ama Solmaz Hanım bu çabamı çok ciddiye aldı ve hemen Günışığı Kitaplığı’nı arayarak benim için randevu istedi. Kendimi bir anda çevirilerim koltuğumun altında bir yayınevinde buldum. Macera böylece başladı.
Saadet: Bu ifadeyi daha önce de kullandım yazıda ama yinelemek istiyorum sizin işinizi düşündüğümde aklıma sadece bir örgünün sökülmesi ve yeniden örülmesi geliyor. Yazar kadar emek sarfediyorsunuz sanki bir kitabı çevirirken. Sizce nasıl bir uğraş çevirmenlik?
Azade: Tam da ifade ettiğiniz gibi. Başka biri için yapılmış örgüyü söküp kendi üstümüze başımıza uyacak şekilde yeniden örmek. Aynı renkte, dokuda, desende. Ama üstümüzde emanetmiş gibi durmayacak biçimde. Gündüz dokuyup gece söktüğü bezle ömrünü geçiren Yunan Tanrısı Penelope gibi.
Saadet: Çevirmen olmakla çocuk kitabı çevirmeni olmak aynı şey mi? Farkları var mı? Varsa nedir?
Azade: Sonuçta yapılan iş, kitap çevirmenliği. Çocuk kitabı çevirmenliği, bunun bir dalı, bir uzmanlık alanı, diyebiliriz. Farkı, hedef kitlesi aslında. “Çocuğa görelik” kriteri… Anlaşılabilirlik, takip edilebilirlik, kültürel bağlamların aktarılması gibi birtakım farklı incelikler gerektirebiliyor çocuk okura hitap etmek.
Saadet: Bir çocuk kitabını çevirirken en çok dikkat ettiğiniz şey nedir? Bir kelimenin pek çok anlamı olabiliyor ve siz onun en uygun anlamını kendi dilinize çeviriyorsunuz. Belki yazarın niyetinden öte bir anlam yaratıyorsunuz. Sizce nasıl bir süreç çocuk kitabı çevirmek?
Azade: Ben, çevirdiğim kitabı okuyacak çocuğu hep aklımda tutmaya çalışarak çeviriyorum. Onun gözüyle yazdığımı okumaya çalışıyorum. Anlaşılmaz gelen, kafada soru işareti yaratan bir cümle, bir sözcük, çocuk okuru bir yetişkine göre daha kolay yıldırabilir diye düşünüyorum. Sözcük seçimlerimi de, cümle kurulumlarımı da buna göre yapmaya çalışıyorum.
Saadet: Çıtır Çıtır Felsefe serisini çok severek okudum ama açık söylüyorum Bitlerimi Geri Verin kitabını daha fazla eğlenerek okudum. Kitap çevirmek için sizin tercihiniz etkili oluyor mu? Yani bir kitabı okuyup çevirmek istemediğiniz oldu mu? Veya tam tersi bir kitabı okuduğunuzda “bunu keşke ben çevirsem, bizim dilimizde de çocuklar bunu okusa” dediğiniz oldu mu?
Azade: Çıtır Çıtır Felsefe serisi, zaten “bunu keşke ben çevirsem, bizim dilimizde de çocuklar bunu okusa,” düşüncesi nedeniyle Türkçe’de var. Yayınevinden çevrilmesi konusunda görüş istenen kitaplar da geliyor bana. Olumsuz yanıt verdiğim de, beğenip çevirmek istediğim de oluyor. Bitlerimi Geri Verin bunlardan biri. Aynı şekilde Kocaman Kalpli ve şu an üzerinde çalıştığım bir diğer kitap da bu şekilde beğenip çevirmek istemem ve yayınevinin de olur vermesi üzerine yayın planına alındı.
Saadet: Ben hayatımızdaki her olay ve durumun bize farklı bakış açıları kazandırdığına inanıyorum. Kendi kişisel tarihimiz de bu süreçte etkili oluyor işimiz ve ilgi alanlarımızda. Sizin de üç yaşında bir kızınız var. Anne olmak işinize nasıl yansıdı?
Azade: Anne olmadan önce, çeviride editörün “Acaba bunu çocuk okur anlar mı?” sorusuyla daha sık karşılaşıyordum. Çünkü bir çocuğun algı dünyası ile ilgili pek fikrim yoktu. Şimdi bu soruyu daha az duyuyorum; çünkü sanırım artık ondan önce ben kendime bu soruyu soruyorum.
Saadet: Kızınıza alıp çevirdiğiniz kitaplar oldu mu? Yani Türkçe değil de Fransızca çocuk kitaplarınız var mı evinizde?
Azade: Gittiğimiz her ülkeden çocuk kitabı alıyoruz. Henüz birlikte Fransa’ya gitmedik. Dolayısıyla Fransızca çocuk kitabımız da yok. Ama Rusça, Almanca, İngilizce kitaplarımız var. İngilizce ve Almanca kitapları sözlü çeviriyle okuyorum ona. Rusça olanı da “yazıyorum” 🙂 Şarkılı bir kitap; şarkısını da kulağa geldiği şekle uygun olarak baştan yazdım hatta: “Cen cen patlıcen; yiyecen bi’ patlıcen. Hamburgeri napıcen? Yiyecen bi’ patlıcen,” şeklinde 🙂
Saadet: Bir başka dili çeviri yapacak kadar bilmek bence çok şanslı yapıyor sizi. O ülkenin ruhunu hissetmek gibi sanki? Siz nasıl hissediyorsunuz başka bir ülkenin dilini tüm detaylarına kadar irdelerken?
Azade: “Bir lisan, bir insan,” diye bir zamanlar pek meşhur bir laf vardı. Bir dille birlikte bir dünya açılıveriyor önünüze. Tarihiyle, kültürüyle, gündelik yaşamıyla… Çok ilginç buluyorum dilleri. Hepsini öğrenesim geliyor.
Saadet: Bazı mesleklerin insanların ruhlarını özgürleştirdiğini düşünüyorum. Çok dilli olmak da böyle bir şey gibi biraz da. Siz birden fazla dile hakim olmanın size kattığı şeyleri düşündüğünüzde neler söylersiniz?
Azade: Her dil, birden fazla kapıyı açan bir anahtar. Örneğin ben en çok Fransızca bir cümleyi anladığımda ya da Fransızca konuştuğumda değil, Fransızca bildiğim için İspanyolca ya da İtalyanca bir cümleyi anlayabildiğimde mutlu oluyorum. Basit Almanca ve İngilizce bilgim sayesinde İsveççe bir cümleyi anlayabildiğimde mesela, çocuk gibi seviniyorum. Farklı alfabe, merakımı iyice gıdıklıyor. 5 gün Yunanistan’da kalsam, 5. günün sonunda anlamasam da kelimeleri takılmadan okuyabilecek hale geliyorum. İşte o zaman iştahım kabarıyor. Dünyadaki her dili öğrenmek istiyorum. Ama bunun imkansızlığı bir yana, yapabilecek olsam bile herhalde en sonunda Google Translate gibi her şeyi bilip hiçbir şeyi çeviremeyen tatsız biri olurdum. 🙂
Saadet: Sizce çocuğa dair olan her şey evrensel midir? Nedir sizin için bir resimli çocuk kitabını çekici/değerli kılan?
Azade: İnsana dair her şey evrenseldir. Çocuğa özgü bulmuyorum bunu. Bir çocuk kitabını benim gözümde değerli kılansa, yanıtlar değil, üzerine düşünülecek sorular vermesi. Hayal gücünü harekete geçirmesi. Okurunun yalnızca aklına değil, duygularına da hitap edebilmesi.
Saadet: Siz resimli çocuk kitaplarının çocukların hayatında nerede durduğunu düşünüyorsunuz?
Azade: Başucunda. En azından bizim için böyle ve her çocuk için de öyle olmasını umarım. Kitaplarının hep ellerinin altında olmasını, kendi istekleriyle onları alıp okumalarını, resimlerine bakmalarını, sayfalarını çevirmelerini…
Saadet: Çocuğunuzun ikinci bir dile sizin kadar hakim olmasını ister misiniz? Bunun için bir çalışmaya başladınız mı? Mesela onunla Fransızca konuşuyor musunuz evde?
Azade: Hiç öyle zorlama bir çabam yok. Kaldı ki Fransızca konuşmaktan hiç hoşlanmam J Ama elbette ikinci, hatta üçüncü, dördüncü bir dile de hakim olsun isterim. Kendi de isterse, yapacaktır zaten. İlk yurtdışına çıktığında insanların Türkçe konuşmaması, başka dillerin de varolduğu bilgisi onu çok şaşırtmıştı. Sonraki sefer Türkiye’ye döndüğümüzde bu kez, “Neden herkes Türkçe konuşuyor?” şeklinde bir soru sordu. Herkesin farklı dilde konuşabildiği kocaman bir dünyanın yalnızca bir parçası olduğumuz bilinci bence önemli. Birlikte yurtdışına gittiğimizde, o ülkenin dilinde basit sözcükleri ona da öğretiyoruz artık. O da bu sözcükleri kullanmaktan hoşlanıyor.
Saadet: Bir resimli kitabı ana dilinde okumakla çevirisini okumak aynı şey midir? Fark varsa nedir?
Azade: Aynı şey olmalıdır. Aynı olmuyorsa, aynı tadı vermiyorsa, çevirinin de başarılı olduğunu söylemek mümkün olmaz bence.
Saadet: Siz resimli çocuk kitaplarında hangi ülke ve yazarını en çok seviyorsunuz?
Azade: Behiç Ak’a ve yazıp çizdiği her şeye ama her şeye bayılıyorum. Bence o bu alanda başlı başına bir okul.
Saadet: Çocukluğunuzda resimli çocuk kitapları okur muydunuz?
Azade: Kendimi bildim bileli kitap okurdum. Ama resimli çocuk kitabı çağımı hatırlayamıyorum. Herhalde hafızam ilkokul yıllarından başlıyor. Hem çocuk kitaplarını hem de gazetenin verdiği çizgi roman serilerini zevkle okuduğumu hatırlıyorum.
Saadet: Kendi çocukluğunuzda size yetişkinlerden gelen en iyi şey neydi desem ilk aklınıza geleni söyler misiniz?
Azade: Özgürlük. Annem ve babam çok genç olduklarından, belki de gençliğin verdiği bir kaygısızlıkla bana çok geniş bir özgürlük alanı tanımışlardı. Ders çalışmak falan gibi şeyleri bile biri bana çalışmamı söylediği için yapmadım.
Saadet: Yine kendi çocukluğunuzda yetişkinlerin yaptığı ve rahatsızlık duyduğunuz şey nedir desem ne gelir aklınıza?
Azade: Israr. Israrı hala hiç sevmem.
Saadet: Kendi çocukluğunuz ile kızınızın çocukluğunu karşılaştırdığınızda okuma kültürü açısından bir fark görüyor musunuz?
Azade: Ben kızımın şu anki yaşındayken dünya nasıl bir yerdi, hiçbir fikrim yok 🙂 Ama bugün çocukların eskiye göre daha çeşitli ve daha kaliteli kitaplara ulaşma imkanları olduğu açık. Okul öncesi eğitim de daha fazla yaygınlaştı ve daha küçük yaşlara indi. Dolayısıyla kitapla karşılaşma yaşı da düşmüş olmalı. Ama sanırım kitapla ilişki konusunda çocuğu en çok etkileyen şey, evde anne ve babasını okurken görmesi; evde kitapların varlığı. Ben kitap sevgimi kitapların olduğu, okunduğu ve sevildiği bir evde büyümeme borçlu olmalıyım. Bugün bu anlamda geçmişe göre durum nasıl; bilemiyorum. Artık daha az okuduğumuza dair yaygın bir inanış var. Doğru olabilir, ama bu başlı başına bir araştırma konusu.
Saadet: Azade hanım, çevirmenlik dışında iş ve uğraş alanlarınız da var. Metin yazarlığı bunlardan sadece bir tanesi. Biraz bunlardan bahseder misiniz?
Azade: İş hayatına çeviriden çok önce, üniversite yıllarında girdim. Coşkun Aral’ın Haberci programı ile. Stajyerlik, fotoğraf editörlüğü, yapım asistanlığı ve son olarak metin yazarlığı yaptım Haberci bünyesinde. Kuruluşundan bu yana da İZ TV’de belgesel metin yazarı olarak çalışıyorum. Okumak ve yazmakla ilgili bir işim olduğu için çok şanslıyım.
Saadet: Tıpkı oğlaklar gibi sürekli zıplayan ve yerinde duramayan zamane çocuklarına ne söylemek istersiniz?
Azade: Ananıza, babanıza da acıyın 🙂
Saadet: Oğlak ailelerine iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?
Azade: “Mesaj vermek” pek hoşlandığım bir şey değil. Ama onlara bir sorum olabilir: Çocukların gözünden bakınca dünya size de daha güzel görünmüyor mu? Çocuk kitapları, işte bu soruya evet diyenler için.
Saadet: Teşekkür ederim sohbetimize katıldığınız için.
Bu sabah “ İztv”de “Fetih ve Düşüş” belgeselini izledim ve o güzel ve bugüne dek hiç bilmediğim konulara değinen, ayrıca farklı, özellikli anlatımı olan bu belgeselin metin yazarının Azade Aslan olduğunu öğrendim. İnternette aradım ve bu söyleşiyi okudum. Birçok ifadesinde, özellikle dil konusunda hissettikleri ile kendimi buldum.
Hemen gidip “Çıtır Çıtır Felsefe” kitaplarını torunuma alacağım.
Bu genç yaşında, bu kadar olgun bir yaklaşım içeren yapıtlarından ötürü kendisini kutlarım sağlık ve mutluluk içinde başarılarının devamını dilerim.