Öfkemle Nasıl Başa Çıkabilirim?
Başlık bile sizi çekiyor kendisine değil mi? Bende de öyle olmuştu. Bazen yaş fark etmeksizin öfkemizle nasıl başa çıkacağımızda bocalıyoruz. Hele de öfkelenmemiz için çokça sebep varsa.
Ne diyor büyükler “Ağaç yaşken eğilir.” Bu cümleyi en başta yazıyorum çünkü yaşken öfkesini öğrenemeyen çocuklar büyüdüklerinde şiddet eylemlerinde başı çekebiliyor. İstemese de kendisine ve çevresine zarar veriyor ve bedelini toplum olarak hepimiz ödüyoruz. İşte bu nedenle kitap önemli, bu nedenle üzerinde durulması gerekiyor.
Gergedan Yayınları tarafından basımı yapılan ve Dagmar Geisler tarafından yazılan kitabın çevirisini Yasemin Özbek yapmış. Çeviri kitaplarda hoşuma giden duygulardan bir tanesi dünyanın neresinde olursa olsun çocuklar için iyiye niyet edenleri görünür kılması. Bir diğeri de çocuk ortak paydasında birleşenlerin yeni yönelimlerini görme şansı vermesi. Çizimler, kelimeler, konu ne etrafında dönüyor? Dünyada çocuk ile ilgili yeni gelişmeler neler? Çocuk kitapları yazarken neye özen gösteriliyor? Bu ve buna benzer bir sürü soruya da cevap bulabiliyorsunuz bu kitaplarda. Güzel olan da bu. Tüm dünya dilleri çocuklar için iyi olanı diliyor aslında. Onun kendisiyle ve içinde yaşadığı evrenle bağını güçlendiren, yaşamın kıymetini gösteren, duygularıyla baş etmesini sağlayan kitaplar. Keyif alırken öğrendiğimiz, öğrenirken keyif aldığımız kitaplar. Didaktik değil asla, aksine sadece bizim bile fark edemediğimiz veya fark edip dile getirmediğimizi önümüze usulca koyuyor bu kitaplar. Böylece kaçma şansımız kalmıyor hayata dair olandan. Tamamıyla kavrayıp kucaklamak kalıyor son sözleri okuduğumuzda bize.
Sosyal ve duygusal gelişim konusunda yayınlanan “Öfkemle Nasıl Başa Çıkabilirim?” neyle karşılaşacağımızı kapağından söylüyor aslında. Küçük bir çocuk öfkeyle yastığına vuruyor kapak resminde ama bir yandan da bize bakıyor. Aynada kendimizi görüyor gibiyiz bu resimle. Ayrıca çocuk bunu yaparken etrafındaki oyuncaklar korku içinde resmedilmiş. Daha ne söylenebilir ki? Sadece hayal edin, oyuncaklar bile bu öfke karşısında korku içinde kalmış! İşte resimlerin gücü burdan geliyor. Yazar sözlerden sıkılınca resimlere, resimlerden sıkılınca sözlere sığınıyor benim anladığım. O kadar güzel devrediyorlar ki görevlerini arada hiçbir kopukluk göremiyoruz. Biri sustuğunda diğeri alıyor eline sazı. Tam bir bütünlük içinde anlatıma sebep oluyor bu durum da. Dagmar Geisler hem resimleri hem de sözleri üstlenince sanırım ortaya bundan başkası çıkamazdı.
Çocukların öfke kontrolü yapabilmeleri için öncelikle onlarla beraber yaşayan büyüklerin öfke kontrolünde başarılı olması gerekiyor. İlk önce onları taklit ederek öğreniyorlar çünkü hayatı. Kitap bu anlamda iki yönlü etkide bulunuyor. Hem okuyan olarak bizleri, hem de dinleyen ve izleyen olarak çocukları hedef alıyor. Bu yazdıklarım bizim ülkemize mi has bilemiyorum ama çift taraflı etki olsun istiyorum bu kitapta.
Kitabın önsözünde proje yöneticisi (bu kitap çocuk gelişimi ve eğitimi dizisi çerçevesinde yayına hazırlanmış) Sabine von Bleichert kısaca ebeveynlerin, eğitmenlerin vb. öfkelenen çocuklar karşısında ne yapmaları gerektiğini açıklıyor. Kullanılan kelimelerin bazen nasıl da yanlışlara yol açtığını gösteriyor okuyucuya. Kitabın amacı ve yol göstericiliği de ekleniyor bu açıklamalara. Kesinlikle ihtiyaç halindeyiz bu uyarılara.
Size tuhaf gelebilir ama ben sadece bu proje ve proje çevresinde toplanan ekibi düşününce bile mutlu oluyorum. Alanında uzman kişiler bir araya geliyor ve çocuklar açısından sorun olarak tanımladıkları bir konuda çözüm arayışına giriyorlar. Dili, anlatımı, resimleri ile ortaya bu güzel kitap çıkıyor. Yayınevinden, çevirmenine, editöründen grafikerine kadar herkesin niyeti çocuklar adına iyi olandan yana. Nasıl muhteşem bir çaba ve çalışma değil mi?
Kitaba dönüyorum hemen; çocuk zaman zaman öfkeleniyor ve bunun nedenlerini açıklıyor. Bu güzel kısmı, çünkü öfkelenmeye neden olan şeylerin bilinmesi önemli. Ancak bazı durumlarda öfkesinin sebebini bilemeden öfkeleniyor çocuk. Bunu da çok güzel bir şekilde anlatıyor. Resimlerde de büyük bir tümseğin üzerinde sinirlice oturan çocuk öfkesinin sebebini bilemediği için bu sefer kendine de kızdığını söylüyor. Etrafında çocuk olanlar bu manzaralara uzak değildir sanırım. Güzel olan çocuk ne yapması gerektiğini üst dilden değil de kendisi söyleyerek dillendiriyor. Böylece kabulü de, uygulaması da daha kolay oluyor. Kağıt parçalarına öfkesini yansıtıp bunları yırtabilir ve atabilir, yastığına vurabilir veya derin bir nefes alabilir öfkeye kapılan çocuk. Kısacası kendisine ve başkasına zarar vermeden öfkesini boşaltabilir aslında çocuk ve kitap bunu çok güzel gösteriyor.
Öfke çocukta değil de başkasında olduğunda da neler yapılması gerektiğine yine çocuğun ağzından değiniyor yazar. Eğer başedemeyeceği ve kendisi için zarar verici bir durum oluşursa o zaman destek alması için önerilerde de bulunuyor çocuklara. Kitapta bir başka konu ise öfkesine yenik düşüp birilerini üzmesi halinde ne yapılması gerektiği kısmı. Çocuk özür diliyor arkadaşından mesela. Basit ve tek kelime ile her şey kolayca çözülebiliyor çocuk dünyasında. İşte tam da bu sebeple özür dilemek aslında bir erdemdir ve çocuktan özür dileyerek başlayabilir büyükler mesela bu konuya. Hata yaptığında veya öfkesine yenik düşüp sesini yükselttiğinde büyükler de özür dilemeli ki bunu öğrenmeye ayrıca kelime gerekmesin. Siz uygulamada iyi olursanız çocuk zaten sizi görecektir.
Niye mi özellikle duruyorum kitabın üzerinde? Son yılda ölen veya eş/sevgili şiddetine uğrayanları düşünüyorum, sonra hayvanlara şiddet uygulayan insanlar geliyor gözlerimin önüne. Dilime geldiğinde bile utansam, özürlerin en büyüğünü dilesek bile affımızın olamayacağı olaylara bakıyorum çaresizce, mesela Antep’te ölen iki aylık bebek ile Van’da ölen kırk günlük bebek desem anlaşılır mı yaram. Tecavüze uğradıktan sonra öldü bu bebekler. Sonra Muğla’da bir kedi öldü tecavüze uğradığı için. Daha mı yazayım? Etrafınıza bakın bağırmadan konuşan var mı acaba? Hatta beddua etmeden iki söz sarfeden kaldı mı acaba? Daha mı yazayım, yazdıkça artsın mı öfkemiz? Yoksa yazmayınca mı artacak öfkemiz? Yazmasam silinir mi hafızamızdan yaşananlar? Yazmasak, konuşmasak örter mi sessizlik çirkinlikleri? Saadet öğretmeni duyduk mesela son aylarda. Bize çığlığını yükseltti bir köy okulundan ve öğrencilerine sper etti kendini. Onun hatrına susulmaz mesela. Kırk günlük bebeğin, iki aylık bebeğin ve aslında onların etrafında yok olan insanlığımız için susamıyoruz işte. Su bir çatlak buluyor kendine ve akıyor ordan hızlıca.
Yolda, okulda, otobüste, aile içinde, sokakta… Kısacası başımızı nereye çevirsek orası şiddet kokuyor. Kokusu, çürümüş insanlığımıza işaret ediyor aslında. Sonra yine ayağa kalkıp şöyle bir silkeleniyoruz. Evet kesinlikle çok fazla şiddet olayı gördük, yaşadık ve yaşıyoruz. Dilimiz şiddete bulaştı, klavyelerden nefret söylemleri akıyor durmadan. Çok fazla sebep ve insan var bu duruma gelmemizde. Ama unutmayacağımız bir gerçek var; o da iyi ve doğru olanın ‘ederinden’ kaybetmediği. Onu nereye saklarsanız saklayın ortaya çıkar ve kendini korur. Bir başka coğrafyada çocuklar için uğraşan kişilere burdan birileri eşlik eder. Burdan atılan bir adıma bir dost eli eşlik eder mesela. Neden mi öfkemizle başa çıkmalıyız? İnandığımız veya hayal dünyamızı zenginleştiren cenneti yaşamak varken cehenneme mahkum olmamak için. O cennet ise sadece çocukların kahkahalarında saklı. Orayı kirletirsek geriye çorak bir toplum kalır. Üzüntü ve mutsuzluk kalır. Tam da bu sebeple tüm duygularımızı tanımaya ve onlarla baş etmeye başlamak lazım. Belki bu kitap buna niyettir.
Kim bilir bir küçük adım gerekiyordu ve bu kitap o adımı attırıyor bizlere. Eğer öfkesine mahkum olan çocuğa ses çıkarmaz ve onu bu çıkmazdan alamazsak yarın öbür gün sevgilisine, eşine, çocuğuna şiddet uygulayan birine dönüşür ve toplum olarak sorunumuz daha da büyür. Evet küçük bir adım ama sizce de kayda değer değil mi? Kötülüğün gidişini izlemektense küçük bir adım atsak beraberce ve mesela çocuk kitapları rehberimiz olsa fena mı olur?
Geçenlerde beklediğimiz bir minibüs durması gereken durakta durmadı ve bizi almadı diye sinirlendim, elimdeki eşyalar ve çocukla kalakaldım. Yanımdaki küçük cadı “Anne sakin ol, derin bir nefes al ve yürü. Bundan başkası sana zarar verir” dedi. Özür dilemek lazım o zaman öfkesine yenik düşen tüm büyüklerin küçüklerinden. Niyetimiz öğretmek kadar hadsiz değil, aksine öğrenmek kadar hadli. Öğrenelim o zaman hep beraber. Kendimizden başlayarak hem de. Mesela insanca yaşamayı öğrenelim, barış ve huzur içinde hem de. Kardeşçe ve neşeyle yaşamayı öğrenelim mesela. Olmaz mı? Değmez mi bu küçük adıma. Aklıma bir söz geldi, onu da paylaşmak istiyorum; “Kendimi nokta kadar küçük hissettiğimde anlamlı bir cümlenin sonunda olduğumu fark ediyorum” diyordu cümlede. Belki anlamlı bir cümle olmayız da bir nokta kadar değer biçeriz kendimize. Mesele hangi cümlenin sonunda yer almak istediğimizde. Yaşam tek seferlikse nerden bakıp, nerden yaşamak istiyorsak ona göre davranmakla yükümlüyüz hem kendimize, hem dünyaya getirdiklerimize. Onların sevgileriyle dolsun yaşamlarımız o zaman.
Metnin Yayınlandığı Gazete için tıklayınız
Son Yorumlar