Çağlar Boyunca Mimarlık
İŞ Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlanan “Çağlar Boyunca Mimarlık” kitabı Dünya vatandaşlığına uygun çocuk yetiştirmek isteyenlerin ilgisini çekebilecek bir kitap olabilir. Neden mi? Başlığındaki “Keşfedin” yazısından da anlaşılacağı gibi Dünya’da yer alan ünlü mimari yapıların ve dolayısıyla o dönemin kısa anlatımına ve görsel sunumuna sahip ve bu anlamda merakımızı canlı tutuyor.
Büyük Piramit, Colosseum, Sultanahmet Camii, Notre-Dame de Paris Katedrali, Versailles Sarayı, Himeji Şatosu, Londra Kulesi, Guggenheim Müzesi, Sydney Opera Binası gibi ünlü yapıların yanında gökdelenler ve diğer ünlü yapılar da kitaba konu olmuş. Rob Lloyd Jones ile Barry Ablett tarafından hazırlanan kitapta her mimari yapıdan açılan 60’dan fazla pencere var. Özellikle çocuklarla incelendiğinde açılan her pencere merak duygusunu daha da canlı tutuyor. Tamam itiraf ediyorum bizim küçük cadıdan ziyade bu kitabı okuyucu olarak ben merak ettim. Bu anlamda yetişkinlerin de keyif alacağını söyleyebilirim.
Mimari yapılar içinde yer aldığı coğrafyaya, kültüre ve tarihe dair de pekçok veri sunarlar ve onların taşıyıcılığını üstlenirler. Bu anlamda örneğin Büyük Piramit’i incelerken bir kez daha o esrarengiz hayatı soluduğunuzu hissediyorsunuz. 4500 yıl kadar önce yapılan bu mükemmel yapının nasıl bir akıl ve çabanın ürünü olduğu bir kez daha hayrete düşüyor insanı. Yaklaşık 50.000 işçinin çalıştığı bilgisinin yer aldığı tanıtımda piramitin üzerinden açılan pencereler ile yapının iç kısmında yer alanları da görüyorsunuz. Bazı yapıların hasar almış olması insanı üzüyor elbette. Onlardan bir tanesi de Colosseum. Bu taş yapı görselinin altında da yazdığı gibi yangınlar, depremler, hava kirliliği ve vandalların saldırıları nedeniyle hasara uğramış yapılardan sadece bir tanesi. Şimdi bunu okurken hemen yanıbaşımızda süren savaşta nice yapının, tarihi eserin de hasar aldığını düşünmek bir kez daha savaşın yıkıcılığını kanıtlıyor. Tarih keşke gerçekten tamamiyle öğretici olabilseydi de, kötü örneklere yenileri eklenmeseydi.
Bir diğer mimari eser de Sultanahmet Camii. Batı’da Mavi Cami adıyla da bilinen yapı bu adı süslemede kullanılan çinilerin renginden alıyor. Sultanahmet Camii ışıklandırması, motifleri, işlemeleri ile ünlenmiş ve İstanbul’un önemli yapılarından biri olarak varlığını sürdürüyor. Bir başka örnek de Notre-Dame de Paris Katedrali. Sadece bir gül penceresinde 50 binden fazla cam parçasının olduğu belirtilen katedral 800 yıllık bir geçmişe sahip. 19. Yüzyılda durumu kötüleşen katedral için Victor Hugo’nun yazdığı Notre-Dame’ın Kamburu romanı kurtarıcı oluyor ve kısa sürede toplanan para ile yapı kurtarılıyor. Günümüzde her yıl 30.000 kişi tarafından ziyaret edildiği belirtilen yapı sahiden gezilemeye değer. Kitapta savurganlık ürünü olarak bahsedilen Versailles Sarayı’nın yapısını ve kullanılan malzemelerini okuyunca bu tabire hak vermemek imkansız. 10.000 şamdanla aydınlatılan opera binası ile 357 ayna ile süslenen Aynalar Galerisi örneği ve yine kristal avizelerle süslü odalarından çıkıp Japon kültürüne geçince azıcık rahatlıyorsunuz. En azından ben öyle oluyorum; bu doğa ile bütünleşik yaşamlara ve sadeliğe. Himeji Şatosu da bu anlamda güzel bir örnek. Odaların sadeliği ve kullanılan malzemenin ahşap olması ister istemez gönlümüzü kaydırılıyor bu kültüre. Eğer kitabı siz de benim gibi okurken oraları görme isteğindeyseniz ilk sıraya bu şatoyu alabilirsiniz.
Bazen okuduklarınızda veya gördüklerinizde küçük bir detay çeker sizi. Aklınızda sonrasında kalan tek şey bu küçük detay olur çoğu zaman. İşte onlardan bir tanesi de Londra Kulesi anlatılırken verilen detay bilgi. Deniliyor ki Londra Kulesi’nde çok sayıda kuzgun vardır ve Kule onların yuvasıdır. Yine eğer bir gün bu kuzgunlar burayı terk ederse Kule’nin yıkılacağına inanılırmış. Ne diyelim güzel bir sahipleniş hikayesi. Daha fazla bilgi almak isteyen kitaba başvurabilir ama birgün yolumuz bu Kule’ye düşerse sanırım ilk iş gözümüz kuzgunları aramak olacak.
Biraz da sanat için düşünülen yapılara bakalım. Guggenheim Müzesi ve özellikle Sydney Opera Binası bunlardan örnekler. Sanatın o hepimizi sarmalayan yanı, mimarinin yapılış amacı bile çekiyor kendisine. Avustralya’nın Sdyney kentinde yer alan ve denizkabuğu şeklindeki Opera Binası her yıl 2 milyondan fazla seyirciyi ağırlıyormuş. İçinde 1000 farklı mekanı olan yapıda konser salonları, prova odaları, stüdyoları, restoranları ve dükkanları varmış. Açılan pencerelerden bir tanesinde yazan bilgi ve görüntüye göre seyirciler için en güzel yerlerden birisi de Opera Binası’nın arka cephesinde yer alan kemerli pencerelermiş. Deniz manzaralı bu güzel alan izleyenler için uğrak yerlerinden birisiymiş.
Kitapta başka ünlü yapılar da yer alıyor. İngiltere’den Almanya’ya, Amerika’dan Fransa’ya, Brezilya’dan Çin’e, Rusya’dan Kamboçya’ya, Etiyopya’dan İtalya’ya ve Kudüs’e uzanan örneklerle bizler de farklı kültür ve coğrafyalara konuk oluyoruz. Sanırım kitap okumanın en güzel yanı da bu. Tüm Dünya’yı avucunuza sunan ve hayal dünyanızın eşlik ettiği inanılmaz bir şey. Dileğim odur ki çocukların ellerine sadece kitap verilsin asla silah değil, onlara sadece güzellik anlatılsın ve yaşatılsın, acı ve hüzün değil, onlara sadece kültürel zenginliğimiz miras bırakılsın, gözyaşı ve travmalar değil. Ve yine dileğimdir ki aklı hür, vicdanı hür bireyler yetiştirebilelim. Onların varolan tarihi ve doğal kaynaklarımızı/değerlerimizi en güzel şekilde kendilerinden sonrakilere aktarabilmeleri için gerekeni yapabilelim. Söylemekle değil onlara miras bıraktıklarımızla gösterebilelim olması gerekeni. Doğaya karşı değil ona uyumlu çalışmalar içinde olarak hepimizin okyanusta sadece bir damla olduğumuzu unutmamamız gerekiyor. Konuşulacak belki çok şey var, evet çok da kötü örnek var ama gönlümüz yine de iyi olanı dilemekten vazgeçmesin. Belki bu kitap da bana olduğu gibi okurken size de benzer şeyler veya fazlasını söyleyebilir. Sonuçta herkes kendi bakışından görüyor sunulanı ama yine de tavsiye ile…
Metnin Yayınlandığı Gazete için tıklayınız
Son Yorumlar